Ekonomik krizi yönetemeyen iktidar bloku, şiddet, ırkçılık ve toplumsal hıncı körüklüyor

Kıştan önce bir seçim yapılma olasılığı güçleniyor. Çok gerekçe birikti. Çok da alamet birikti. Erken seçim aslında kaçınılmaz görünüyor. Herkesin bildiğini tekrar etmek gerekirse, ekonomik modelin çöküşü iktidardaki koalisyonu çaresiz bırakıyor. Bu tabloyla geçirilecek bir kış büyük bir dağılma tehdidini beraberinde getiriyor.

Bir süredir iktidarın basın korosu EYT düzenlemesini konuşuyor. Kamu emekçilerine yönelik 3600 ek gösterge düzenlemesinde adımlar atıldığına dair haberler gazetelerin manşetlerini süslüyor. Kulaktan kulağa bir imar affı düzenlemesi konuşuluyor.

Ama tablo bu kadarıyla sınırlı değil. Bu tarz göz boyama hamleleriyle kapatılamayacak kadar büyük ve bir o kadar da vahim bir genel tablo var. Ekonomik çöküş aralık ayındaki müdahalenin ardından tekrar hızlandı. Kur korumalı mevduat fonu uygulaması iflasını açıkladı. GES adıyla açıkladıkları yeni önlemin tılsımı birkaç saat bile sürmedi. Üstelik döviz kurlarını bu geçici durdurma hamlelerinin de ayrıca büyük bir bedeli oldu/oluyor, halkın soyulmasının hızlandırılmasından başka bir işlevleri olmuyor.

Döviz kurları anlık rekorlar kırıyorlar. Ve bu her şeyi ama her şeyi etkiliyor. İthalata dayalı akaryakıt maliyetlerindeki küçük bir oynama her şeyin maliyetini alt üst ediyor, gelirlerinde altı aydır bir oynama olmayan halkın çok geniş bir kesimi oturduğu yerden yoksullaşıyor, artan maliyetler nedeniyle geçinemiyor, açlık artık gerçek bir olgu olarak beliriyor.

Bozulan küçük dengeler, daha büyük dengeleri zorluyor, sarsıyor ve hatta yıkıyor. Artan maliyetler bir yandan gıda ve temel ihtiyaçlara erişimi zorlaştırırken diğer yandan bu temel ihtiyaçların üretim ve ülke içindeki tedarik kapasitesini de daraltıyor. Bu da zaten sürekli artan fiyatların daha da artmasına neden oluyor.

Sadece işçi sınıfının ve yoksulların değil, alt orta sınıfların da yıkıma uğradıkları bir süreç söz konusu. Küçük ölçekli işletmelerin, KOBİ’lerin ve esnafın çöküşü toplumun başka bir kesiminin öfke biriktirmesine neden oluyor. Bu öfkenin, sağın geleneksel kitlesinde büyük bir hareketlilik yarattığı görülüyor. Her dönem sağ iktidarların sigortası konumunda olan bu sınıf katmanlarının yaşantıları alt üst olurken, açığa çıkan radikal öfkenin mülteci düşmanlığını pompalayan bir politikaya yönlendirilmeye çalışılması ülkedeki karmaşanın artmasına neden oluyor. Biriken öfke ırkçılık ve mülteci düşmanlığını büyütüyor, kimi devlet fraksiyonları özel olarak bu nefreti körüklüyor.

Genel tabloya baktığımız zaman, mucizevi bir dokunuş olmaksızın değişmeyecek bir tablo var. Bu, hiçbir egemen sınıf blokunun normal yollardan üstesinden gelebileceği bir şey değil. O halde devreye üzerinde herkesin sessiz bir biçimde uzlaştığı şiddet, karmaşa, ırkçılık, homofobi, kadın düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, hınç kültürü gibi olguların serbestçe dolaşımda olması gibi çözümler devreye sokuluyor.

Evlerinin bahçesinde içki içtikleri için kadınlar erkekler tarafından linç ediliyorlar, HDP ve HDK’ye yönelik operasyonlar “her gün bir operasyon” biçimiyle devam ediyor, en son Diyarbakır merkezli Kürt basını operasyonuna tanık olduk. Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği’ne silahlı saldırı düzenleniyor, mülteciler evleri basılarak öldürülüyorlar, kadına yönelik şiddetin dozajı arttırılıyor, sokak ortasında cinayetler işleniyor, silahlar patlıyor. Rant ekonomisini sürdürmek için İstanbul’un göbeğinde, Fetihtepe’de halkı zor yoluyla evinden atıyor, Çekmeköy’de gözünü halkın ve hayvanların nefes alabildiği küçücük bir park alanına dikiyor. TV kanallarına ceza yağdırıyor, Cumhurbaşkanı TV’lere çıkıp halka küfrediyor, LGBTİ+’ların onur ayı sürekli saldırı altında geçiyor. Gezi Davası ile birlikte hızlandırılan bu süreçlerle gidiliyor seçim sürecine. Dibine kadar şiddete, hınca ve nefrete batırdıkları ülkeyi ancak bu biçimde, yönetebileceklerini hesap ediyor olmalılar. Öyle bir şiddet ki, şiddetin kendisi eninde sonunda ona göz yumanlara da dönüyor hınçla dolmuş kişiler silahlarını polise de doğrultmaktan geri durmuyorlar.

Evet, iktidar tarafından krizin etkilerini kısmen azaltabilmek için devreye sokulan düzenlemeler var. Ama onları aşan şey, şiddet ve karmaşa ortamının yayılımı için gösterilen çaba. Toplum şiddetle, karmaşayla, tehditle, baskıyla terbiye edilmeye, ehlileştirilmeye, etkisizleştirilmeye ve çürütülmeye çalışılıyor. En önemlisi kriz sebebiyle yaşadığı yıkımın öfkesinin hedefinin yönünü saptırılmaya çalışılıyor.

Her fırsatta, her daim, krizin asıl nedenlerine ve asıl faillerine yönelik etkili söylem ve eylem içerisinde olmak gibi bir zorunluluğumuz var. Etkili bir toplumcu politika bu manipülasyon ve çürütme hareketini tersine çevirebilir, halkçı demokratik bir zemini ortaya çıkarabilir.