Çocukları İşçileştiren Bu Düzeni Değiştirmeliyiz

Bugün 12 Haziran, Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü. Milyonlarca çocuk yine kapitalizmin vahşi sömürü koşulları altında yaşamaya çalışıyor. Özellikle pandemi ile birlikte yükselen çocuk işçiliği, dünyadaki ekonomik kriz, kapitalizmin içinden çıkamadığı kriz derinleştikçe artıyor. Bu sistem daha başından beri çocukların emek gücünün sömürülmesi, onların işçileştirilmesi üzerine kuruluydu, evet. Ama geldiğimiz aşamada yeniden o en yoğun ve “ilkel” biçimlerine dönen bir sistemle karşı karşıyayız. Ve kapitalizm var olduğu sürece, çocukların herhangi bir biçim ya da isim altında işçileştirilmesi devam edecek.

İLO’nun rakamlarına göre çocuk işçilerin dünyadaki sayısı, son yıllarda ciddi oranda artarak 160 milyona dayandı. Türkiye nüfusunun iki katı kadar çocuğun bir biçimde sömürüye maruz kaldığı anlamına geliyor bu. Her 10 çocuktan biri çalışıyor ve bu 10 çocuğun 8’i güvencesiz çalıştırılıyor. Resmi olmayan sonuçlar bunun çok daha fazlası olduğunu gösteriyor. Bunun yanında, çocukların çoğunluğu ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılıyorlar ve daha az ücret alıyorlar. Dünyada çocukların yaygın olarak çalıştırıldığı sektörlerin başında ise kahve endüstrisi geliyor. Yani içtiğimiz kahvelerin neredeyse hepsini çocuk işçiler, ağır koşullar altında çalıştırılıp düşük ücretler alarak topluyorlar. Daha sonra maden, tarım, sanayi, hizmet gibi alanlar…

***

Zenginin giderek daha zengin yoksulun ise giderek daha katlanılmaz biçimde yoksullaştığı bu dönemde Türkiye’de çocuk işçiler üzerine konuşmak ve bu soruna dair çözüm arayışlarına girişmek acil meselelerimizden biri.

Yalnızca rakamlara bakacak olsak bile bu gerçek yüzümüze çarpar: Ülkemizde resmi verilere göre 5-17 yaş arasında700 binden fazla çocuk çalışıyor. Türkiye’de göçmenlerin artan sayısı, doğalında çocuk işçilerin arasındaki göçmen-mülteci çocukların sayısını da ikiye üçe katladı. Resmi verilerin eksik ve yetersiz olduğunu bilip, bu sayılara bir de kayıtsız çalıştırılan göçmen çocukları, güvencesiz olanları eklediğimizde durumun acileyetini kavrayabiliyoruz. Pandemiden sonra iyice düşen okullaşma oranları, okulu bırakmak durumunda kalan çocukların büyük bir bölümünün işçileştiğini gösteriyor. Bu çocukların da çoğu göçmen. aynı zamanda eğitim sisteminde sermaye yararına yapılan değişikliklerle meslek okulları, meslek orta okulları açılıyor; buralarda çocuklar aslında çalışmamaları gereken dönemlerde, çıraklık ya da meslek öğrenimi adı altında güvencesiz, çok az bir ücretle, zor ve baskı altında çalıştırılıyorlar.

Sonuçta ülkemizde en az 4 milyon çocuk işçi var. Sokakta kağıt topluyorlar, fabrikada deri işliyorlar, yol kenarında ayakkabı boyuyorlar, berberde ya da bakkalda tüm gün getir götür işlerini yapıyorlar, tarlada pamuk topluyorlar, inşaatta demir taşıyorlar…

Çocuk işçi sayısının bu kadar fazla olmasının ana sebebi yoksulluk. Yoksulluğun nedeni de tabii ki kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkileri. Bu sistem içerisinde, işçi ve emekçi çocukları, hane içine giren gelir azaldıkça daha fazla çalışmak zorunda kalıyorlar. Yoksulluğun varlığını kabul etmeyen iktidar ve sermaye güçleri, her gün daha da fazla çocuğun sömürü çarklarına girmesi için canla başla uğraşıyorlar. Bu derin yoksullukta çocukların çoğu “aileme destek olmak için çalışıyorum” ya da “yük olmak istemiyorum” diyor. Kapitalizmin varlığı, çocukları geri dönülmez bir işçiliğe, yoksulluğa ve ruh haline sürüklüyor.
Çocukların işçileşmesinde savaşlar, göç, afetler de en az ekonomik kriz kadar etkili oluyor. Özellikle köyden kente göçler sonucunda işçileşen ve giderek yoksullaşan ailelerin çocukları küçük yaşlarda, -en iyi ihtimalle henüz lise çağındayken- ağır işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Türkiye’de son birkaç yıl öncesine kadar kentlerde özellikle yoksul Kürt ailelerin çocukları çalışmak zorunda kalıyordu. Şimdilerde mülteci çocuklar da buraya eklemlendiler. Her sokak başında gördüğümüz işçi çocuklar, esasında bu sistemin onları ittiği yerde hayatta kalmaya çalışıyorlar. Irkçılığın körüklendiği ülke atmosferinde kimse de çıkıp yüz binleri bulan mülteci çocuk işçilerin yaşadıklarından, bunlara nasıl çözüm getirileceğinden bahsetmiyor.

Bu gerçekle mücadele etmek adına içlerinde Türkiye’nin de imzacısı olduğu pek çok uluslararası sözleşme var. Başta Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere birçok sözleşme aslında belli yaşlarda çalışmanın yasaklanmasını söylüyor. Burada sözleşmelere göre yaşlar değişebiliyor. Biliyoruz ki bu sözleşmeler çocuk işçiliğinin bitmesini sağlamıyor ve herhangi bir yaptırım da uygulamıyor. Türkiye’de, pek çok konuda olduğu gibi bu noktada da sermaye tarafında duran devlet, çocuk işçiliğini bitirmek için sorumluluklarını yerine getirmiyor.

Son iki ayda 15 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. 

***

Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan biri de çocukların çalışması ile işçileşmelerinin aynı şey olmadığı. Çocukların, bedensel, ruhsal ve psiko-sosyal gelişimlerini, eğitimlerini engellemeyecek, çocukluk dönemlerinden ve oyunlarından çalmayacak biçimde, gelişimsel dönemlerine uygun, hafif ve güvenli işlerde çalıştırılması uygun görülebilir. Ailelerine yardım edebilir, öğrenebilir, buralardaki işlere katılıp toplumsal yaşama dâhil olabilirler.
Burada yasaklanması gereken çocukların bu sistem içerisinde işçi olarak çalıştırılıp, sömürülmeleri ve sermayenin çarklarına dâhil edilip çocukluklarını hızlıca yitirmeleri. Sırf çocuk oldukları için daha kolay, daha hızlı ve ucuza işçileştirilmeleridir.
Çocuk işçiliği tamamen yasaklanmalı ve çalışmak zorunda kalan çocukların ailelerine gelir desteğinde bulunulmalıdır. Temel gelir güvencesi talebi, çocuklar için de en acil taleplerdendir.
Çocukların özne olduğu, özgür ve eşit yaşadıkları bir dünya için mücadelemiz sürecek.