Bahçeli ft. Erdoğan: Seçim startı verildi, siyaset alevleniyor

İktidar koalisyonunun bilindik düetini bir kez daha dinledik. Bahçeli seçim şarkısına girdi, Erdoğan devamını getirdi. 14 Mayıs, başka bir gelişme olmazsa, seçim tarihi olarak ilan edildi. Seçim tarihinin belirlenmesinde birçok değişken etkili olsa da Erdoğan’ın tercihi erken olmayan erken seçimden yana oldu.

Erdoğan var olan duruma göre aday olamıyor. Bu çok açık. Tıpkı diploma tartışmasında olduğu gibi Erdoğan’ın üçüncü kez aday olamayacağına dair başlatılan tartışma gerçekleri es geçiyor ve doğrusu biraz da politik olarak zayıf bir söyleme işaret ediyor. Halihazırdaki işleyişin anayasal dayanaktan ziyade Erdoğan’ın günlük-anlık ihtiyaçlarına göre şekillendiğini ve bu uğurda hiçbir yasal engelin tanınmayacağını anlamak için yeterince gerekçemiz yok mu?

Yirmi yıldır anayasayı ve hemen hemen her türlü hukuku kendi çıkarlarına göre eğip bükerek bir cezasızlık rejimi yarattıkları gibi şimdi de AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden adaylığı için bir keyfilik uyduracaklardır. Ancak görünüşe göre Erdoğan her şekilde aday olacaktır, bunun anayasaya aykırı olmasının onlar açısından hiçbir anlamı yoktur. Keyfiliğe devam edecekler.

Seçimlere rıza ve ceza ikiliğiyle gittiğimiz anlaşılıyor. Rıza üretmek için milyonlarca insanın yaşamını doğrudan etkileyen düzenlemeler peş peşe devreye sokuldu. EYT, konut projeleri, esnaf teşvikleri, borç silinmesi, aflar… Cezalar ise toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine yönelik gerçekleşirken aynı yargı organları halka karşı suç işleyen eli kanlı katilleri aklıyor. Gezi cezaları, Şebnem Korur Fincancı, HDP kapatma davası, İmamoğlu davası, Kemal Kurkut, Ali İsmail Korkmaz davalarında peş peşe cezalandırmalar ve katillere de suç teşviki gibi cezasızlık uygulamaları gerçekleştirildi. Yargı bürokrasisi bu süreçte rejimin dönüşümünde özel bir işleve sahip. Halka ceza, katillere ödül ve teşvik… Üstelik bütün bunları yaparken talimat aldıkları oldukça açık.

Gelin görün ki Erdoğan’ın rıza üretmek için devreye soktuğu milyarlık seçim yatırımları kan kaybını önlemeye yetmiyor. Görünüşe göre bu teşvikler, aflar, düzenlemeler ekonomik krizin yarattığı yıkımı hafifletmeye yetmiyor.

Muhalefet cephesi durumun ciddiyetini kavramaktan uzak olduğu için değil ama halkın iyice bitap düşüp reflekslerinin zayıflaması için olsa gerek, olan biteni izleyerek, adaylık tartışmasını öne çıkararak ve elini taşın altına sokmayarak bekliyor seçimleri. Önlerine konan anketler gerçeği yansıtıyor mu bilinmez. Bilinen hükümeti bile kurdukları, bakanlıkları paylaştıkları. Erdoğan’ın iktidarı saki sakin kendilerine bırakacağı beklentisiyle hesaplar yapılmış, aday da yakında netleşince, 15 Mayıs sabahını beklemekten başka bir şey kalmıyor onlara göre.

Emek ve Özgürlük İttifakı olarak bir süredir çeşitli bölgelerde toplantılar, buluşmalar, sokak eylemleri ve mitingler örgütlüyoruz.

15 Ocak’ta İstanbul Kartal’da düzenlediğimiz mitingle birlikte halk güçlerinin bağımsız çizgisine bir kez daha işaret etmiş olduk. Bu süreçte halkçı seçenek git gide önemini arttırıyor. Bu seçeneğin altının doldurulması, seçeneğin büyümesi, gelişmesi, serpilmesi ve halklaşması için gitmemiz gereken uzun bir yol var. Bu yolda yürürken önümüzdeki 4 aydan kısa süredeki seçim sürecini sandık-sokak birliğine dayalı ve sonu programa dayalı olan bir blok haline gelmeyi hedeflemeliyiz.

Bu hedef için örgütlü mücadeleye, TÖP’e, Emek ve Özgürlük İttifakı’na.