Mutabakat metni neden demokrasi getirmez?

Altılı Masa’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni ortaya atıldığı 30 Ocak tarihinden itibaren sürekli tartışma konusu oldu. Tıpkı CHP’nin vizyon belgesi gibi bu mutabakat metninin de var olan düzenin egemen sınıfları lehine bir restorasyonunu hedeflediği gerçeği hemen hemen her yerine sinmiş.
Sadece neleri yapıp yapmayacaklarına dair vurgularla ilgili değil bu durum. Kurulu düzenin sömürü ve tahakkümü altında inim inim inleyen milyonlara karşı tutundukları tavırla ilgili. Milyonları seçmen, pasif nesne olarak görmeleriyle ilgili bir durum. Halkın katılımından özellikle imtina etmeleri, her sorun alanına getirdikleri işi “uzmanlarına bırakın” bakışıyla ilgili bir durum. Sermaye sınıfının tüm çıkarlarını garanti altına alabilecek ve alt sınıflara sus payı olarak bazı kırıntıları verecekleri; emekleri, bedenleri ve yaşam alanları sömürülen herkese ve her şeye karşı baki kalacak bir sömürü ve tahakküm düzeni vaat etmeleriyle ilgili bir durum.
Halkı reaya (güdülen) olarak gören Osmanlı geleneğinin hem iktidardaki hem de muhalefetteki taşıyıcılarının ortak bakış açısının metnin her yerine sindiğini görebiliriz.
Kalkınmacılık adı altında var olan üretim mantığının aynı şekilde devam ettirileceğinin ilanıdır. Bunun aynı şekilde devam ettirilmesinin ne gibi sonuçları olacaktır peki? Evvela var olan servet adaletsizliği süreklileştirilecek, çünkü metin kapitalist birikim mantığını merkeze koyuyor. Mülk sahibi sınıfların çıkarlarını merkeze alıyor. Bu üretim mantığı kadınların ezilmelerini sürekli yeniden üreten kapitalizm-patriyarka kaynaşmasının üzerine kurulu olduğu için aynı şekilde metinde kadınların kurtuluşlarının gerçek koşullarından oldukça uzakta kaldığını da belirtmeliyiz. Ve üretimci/kalkınmacı anlayışın içinde bulunduğumuz kapitalist ekoyıkımın hız kaybetmeyeceğini de gösteriyor. Alt sınıflara bazı maddi kazanımlar vaat etmesi de kadınlara eşitlik adı altında eşitsiz bir konum önermesi de yeşil enerji gibi pek işe yaramayacağı açık olan ve kapitalist mantığın yörüngesinden bir santim bile sapmayan bir anlayışın müjdelenmesi de ezilenlerin öfkelerini dizginleme amacı gütmekten başka bir işe yaramıyor.
Kürt kimliğinden, Alevilikten yalandan da olsa bahsetmemek, milyonlarca kadının yaşamını doğrudan ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi’nin değil uygulanması adından bile bahsetmeyen bir tutum olsa olsa halk güçlerinin inisiyatif almalarından korkan bir tutumdur.
Uzun uzun bu metinde neden bunlar yok diye soracak değiliz elbette. Niyetimiz milyonların gerçek kurtuluşlarının yolunun onların maddi pratiğinden, özgürlük eyleminden geçtiğinin hatırlatılmasıdır. Bu noktada Emek ve Özgürlük İttifakı’nın halkın sorunlarına hakiki cevaplar üretebileceğini belirtmemiz gerekir. Halkın kurtuluşu kapalı salon toplantılarından sermaye sınıfının bekasını dert edinenlerin arkasına yedeklenmekten değil, halkın özneleşip kendi özgürlüğü için mücadele etmesinden geçer. İşçi sınıfının, kadınların, gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin, LGBTİ+’ların kurtuluşu bir kurucu iktidar perspektifiyle mümkündür. Ülkedeki her sınıfı aynı anda tatmin edecek bir demokrasi yoktur, hiçbir zaman olmayacaktır. Ya ezilenlerin lehine bir demokrasi için hep birlikte çalışacağız ya da emeğimizi, bedenlerimizi ve yaşam alanlarımızı sömürme özgürlüğü için sermayenin demokrasisine (!) yenileceğiz. Halkın seçeneği için Emek ve Özgürlük İttifakı’nda buluşalım.