2. Olağan Parti Konferansı Sonuç Bildirgesi

17 Aralık 2023’te İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz konferansımızın sonuç bildirgesi.

“Demokratik Cumhuriyet ve Sosyalizm İçin İleri” şiarıyla gerçekleştirdiğimiz parti konferansımız, üç yüze yakın katılımcıyla tamamlandı.

Bir ara dönemden geçiyoruz 

Dünya çapında eski olanın yıkılıp dağıldığı ama yeni olanın henüz kurulamadığı bir dönem bu. Kapitalizmin yapısal krizleri başta olmak üzere ekolojik krizden göçe, hegemonya krizinden savaşlara kadar pek çok yıkıcı çarpanla çevrelenmiş olan dünyamız artık “ya sosyalizm ya barbarlık” eşiğinin de ötesinde, bir yok oluşun eşiğine doğru sürükleniyor. Bu sürükleniş ama, kendiliğinden olmuyor. Bizzat egemenler, sermaye güçleri neredeyse beş yüz yıldır dünyanın ve dünya halklarının emeğine, taşına toprağına çöreklenmiş durumda. Geldiğimiz aşamada ne kapitalizm mevcut haliyle ilerleyebiliyor ne dünya halkları eskisi gibi yaşayabiliyor. Tarih, “yeniyi” çağırıyor.

Sermayenin kendi suretine bürüdüğü dünyanın insanlığı getirdiği yer belli: Bir avuç zengin ve milyarlarca yoksul, proleter, işsiz… Dünyanın en varlıklılarının son iki yıllık kazancı geriye kalan neredeyse yüzde 99’luk kesimin elindeki servetin iki katına dayanmış durumda. Sistem, geldiği aşamada kendisi dışındaki tüm insanlığa açlık, yoksulluk, işsizlik ve ölüm dayatıyor. Yoğun bir proleterleşme, mülksüzleşme, doğa sömürüsü ve göç dalgasının içinden geçiyor dünya. Dünya işçi sınıfı emeğiyle her gün yeniden ürettiği dünyada servet zenginlerinin kar hırsının altında ezilmeye bırakılıyor.

Krizler aşılamadıkça dengeler değişiyor, büyük taşlar yerinden oynuyor. Son on yıldır daha net şekilde açığa çıkan hegemonya krizi kendini şu an en somut şekilde ABD-Çin arasında gösterse de aslında dünyanın neredeyse her yerinde farklı biçim ve boyutlarda yaşanıyor. Rusya-Ukrayna savaşından tutalım da Hint-Pasifik’teki hegemonya arayışlarına, Afrika ülkelerindeki darbelerden tutalım da İsrail-Filistin savaşına kadar hangi taşı kaldırsak altından yoğun sarsıntılardan geçen dünyada kendine yer edinme çabası çıkıyor. Krizlerin sarsıntısıyla savrulan halklar kitleler halinde yok olur, ölür, yaralanır, göç yollarına düşerken egemenler yeni dengelerde kendine yer kapmak için nükleer tehditten genişleyen savaşlara kadar hiçbir şeyden çekinmeyeceklerini gösteriyorlar.

Artık günlük yaşamın her anına bir biçimde çarpan ekolojik kriz, somut bir yıkıcı güç olarak işliyor. Kapitalizmin hiç durmayan üretim çarkları bu krizi milisaniye boyutunda (bile) beslerken, dünyanın hemen her yerine bu krizin etkilerini halklar yaşıyor. Sellerden ani iklim olaylarına, kuraklıktan tutalım da türlerin yok oluşuna kadar çok geniş boyutta bir krizden bahsediyoruz… Dünya artık yaşanabilir ve yaşanamaz yerler olarak ayrılmaya başlıyor; iklim krizinin yarattığı yıkım, kitlelerin milyonlar halinde “yaşanabilir” coğrafyalara akmasıyla sonuçlanıyor.

Son örneklerini Hollanda ve İtalya’da gördüğümüz faşist yönetimlerin, partiler ve siyasetlerin dünya çağında bu kadar yayılması tesadüf değil. Marx’ın 18. Brumaire’in girişinde belirttiği gibi hiçbir şey “durgun bir gökyüzünde çakan şimşek” olarak yaşanmıyor. Krizleri aşma ama aynı zamanda varlığını sürekli kazanarak sürdürme derdindeki egemenler için bunu yapmanın tek yolu daha yoğun bir baskı, şiddet, zor… Ekmeği her gün küçülen işçi sınıfı bölüklerini, sermaye saldırıları altında yaşam mücadelesi veren halkları durdurmanın tek yolu giderek daha faşizan yönetimlere yönelmek… Sermayenin en ceberut yönetim biçimi olarak faşizm, şimdilerde dünya halklarının tepesinde bir gerçeklik olarak dolanıyor. Yoksullaşan, işçileşen kitleler ırkçılık, milliyetçilik, göçmen düşmanlığı, kadın ve LGBTİ nefreti üzerinden yeniden konsolide ediliyor. Kitleler, egemenlerin faşist bir toplumun yaratılması yönündeki toplumsal mühendislikleri çerçevesinde şekillendirilmek isteniyor. Barış, dünya halklarının ufkundan giderek uzaklaştırılıyor.

Hesaba katmadıkları ise direnenlerin varlığı!

Dünya işçi sınıfına dönelim yüzümüzü; Fransa’dan Hindistan’a uzanan bir hatta parça parça ve henüz cılız da olsa yayılan işçi sınıfı eylemlerine bakalım. İşsizler, yoksullar, pahalılık ve zamlara karşı sokaklara akanlara bakalım. Dünyanın dört bir yanında kadın cinayetlerine, taciz ve tecavüze karşı örgütlenen ve İtalya’dan Brezilya’ya dünya zeminini sesleriyle titreten kadınlara da bakalım. İklim grevlerine, sermayedarların birbirlerini ağırladıkları iklim zirvelerine karşı düzenlenen halkların iklim zirvelerini de unutmayalım. Kimliklerini özgürce yaşamak isteyen halkları ve inançları da unutmayalım. ABD ve İsrail’in arkasında dizilen devletlere inat sokakları dolduran ve Filistin’in yanında olan dünya halklarını da unutmayalım; kampüsleri dolduran gençleri de. Bulduğu her boşluktan sesini yükselten LGBTİ’leri de unutmayalım, dünya onları duymasa da Gazze’de bombalanan hastane önünde “ölmek istemiyoruz” diyerek basın açıklaması düzenleyen çocukları da.

Egemenlerin demir yumruğunun altında canla başla direnenler varlar. Hem de dünyanın her yanında.

Bu krizlerin iç içe yaşandığı zamanımız, konferansımızın da gerçekleştiği zeminini oluşturuyor. Krizlerle sarsılan dünyada kendi egemenliğini yeniden, başka düzeyde tahsis etmek isteyen egemenlerin hesapları kadar işçi sınıfının, sosyalistlerin, devrimcilerin, halkların, kadınların da planları var çünkü! Tüm bu sarsıntılar, bizler için de yeni manevra alanları açıyor. İçinde mücadele ettiğimiz sistemin çatlaklarından sızarak, tüm bu baskılar karşısında sokakları dolduran halklardan kadınlara kadar her dinamiğin içinde olup onu büyüterek ilerliyoruz. Tek seçenek egemenlerin dünyaya hâkim olduğu bir gelecek değil! Dünyanın bağrına saplanmış olan bu kapitalizm hançerini söküp alabiliriz.

Konferansımızı, tarihin bu “devrimci çağrı”sına bir karşılık olarak düzenledik. İçinden geçtiğimiz krizlerden çıkış bugün tarihte belki de hiç olmadığı kadar mümkündür! Kapitalizmin bütün yıldızları dökülmüştür, sosyalizm dünya halkları nezdinde mümkündür!

Konferansımız, mümkün olanın yeniden ilanıdır!

Konferansımız, özgürlüğü için mücadele eden Filistinlilerin, Avrupa’dan Latin Amerika’ya, Afrika’dan Hindistan’a direnen işçilerin, kadınların sesinin konferansıdır.

Demokratik Cumhuriyet günceldir

Dünyadaki krizlerle her yanından bağlantılı krizler ülkemizde de başka boyutlarda, özgün biçimde yaşanıyor.

Seçimler sonrasında faşizmi kurumsallaştırma hamlelerini hızlandıran iktidar geldiği yerden geriye dönüş olmadığının farkında. Buradan sonra ya ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, hukuki her ayağını tamamen biçime sokacaklar ve anayasal güvenceye alacaklar ya da geriye düşecekler. Duramazlar, şimdiye kadar aldıkları hız onları yavaşladıkları anda bile düşebilecekleri bir yapıya çevirdi. Faşist bir rejimin tüm gerekliliklerini kendi güdümlerinde ve Türk devlet yapısı ve Türkiye kapitalizminin özgünlüğünde yerine getiriyorlar.

Bu rejimin özüyle esastan bir derdi olmayan, tek sorun olarak Erdoğan’ın kendini “dayatmacılığı”nı gören muhalefet güçleri ise iktidarın neredeyse en büyük “destekçisi”. Seçim sonrası halk faşist rejimin saldırılarına uğrarken aylarca koltuk tartışması yapan sermaye güdümlü bu partiler, şimdilerde de aynı tartışmaları yerel seçimler odağında yürütüyorlar. Halka, halkın çıkarlarına dair en ufak dertleri yok; halkı seçmene, oy deposuna indirgemiş durumdalar. İsimleri değişiyor, figürleri değişiyor, söylemleri “biraz daha sağ”, “biraz daha sol” oluyor ama özleri aynı: sermayenin çıkarları, kendi koltukları! Birleştikleri diğer bir nokta ise halk korkusu!

Yine seçimlerden gidelim; “gereksiz” tartışmalarla kendine odaklanamayan Emek ve Özgürlük İttifakı da bu süreçte halk için bir seçenek olamadı. Mücadele ittifakı zemini oluşmayınca, sokakta omuz omuza güçlenme alanları kurulmayınca seçim ittifakı da olunamadı. Aday tartışmalarından, isme kadar pek çok şeyin sorumsuzca tartışıldığı bu süreç sonucunda seçimler kaybedildi. Bunun çok yönlü muhasebesini yapmalı ve halka sorumluluğumuz gereği hesap vermeliyiz. Tek tek, ittifakın her bileşeni için bu geçerlidir. Eğer başarabilseydik, bugün tüm bu süreci başka değerlendirirdik, güç dengeleri farklı olabilirdi. Halk, moral üstünlüğü eline alabilirdi. Bizler ittifak güçleri olarak bir deneyimin içinden geçmiş ve önemli bir kazanımı elde etmiş olurduk, gelecek her türlü saldırıyı bu biçimiyle karşılayabilirdik.

Biz bu sürecin öznelerinden biriyiz. Partimiz, tüm bu süreçte ittifak zeminin önemini vurgulamakla ve pratiği güçlendirmeye yönelik hamlelerine rağmen yeterince belirleyici olamadı. Bu noktadaki tarihsel sorumluluğumuzun gereklerini karşılayamadık. Ancak bunlara rağmen ittifak bugün kendisine en ihtiyaç duyulan zemindir. Partimiz konferansımız sonrasında da bu zeminin gücünü arttırmak, beslemek ve zenginleşerek yayılması ve gerçek bir zemine dönüşmesi için sorumluluğunu yerine getirecektir.

Sorumluluğumuz büyük çünkü AKP-MHP iktidar güçleri halka çok yönlü bir savaş açmış durumda.

İşin çekirdeğine emek düşmanı bir rejimi yerleştiriyorlar; bunun taktik hamleleri bol: OVP’den tutalım da bütçe tartışmalarına, zamlardan tutalım da toplu iş sözleşmesi süreçlerine kadar hepsi kurmak istedikleri rejimin işçi sınıfına, emekçilere vadettikleridir. Sermayenin cennetini yaratmanın tek yolu işçiye cehennem koşullarını dayatmaktır. Bu cehennemden çıkış yok! Çıkış arayanlar baskıyla, zorla, jandarma ve valilik gücüyle ezilecektir. Bugün Asır Plastik’ten Özak’a kadar izlediğimiz şey esasen tüm ülkede işçi sınıfa reva gördüklerinin iki küçük örneğidir. Buralarda işçilere dayattıkları, rejimin işçi sınıfı için fragmanıdır.

Diğer yandan ise toplumun tamamına gösterilen şiddet, baskı, asimilasyon ve çıkışsızlık politikaları var. Can Atalay’ın serbest bırakılmamasından Sivas davasında zaman aşımı kararına verilmesine uzanan çerçevede iktidar topluma bir şey söylüyor: ya bu rejimi kabul edeceksiniz ya da her birinizi ezeceğiz. Kadın hareketinden ekoloji hareketine, Kürt halkının direnişinden Alevilerin hak mücadelesine, çocuk haklarından tutalım da gençliğin üniversitelerdeki mücadelesine hemen her yerde bir biçimde parlayan halk güçleri dinamikleri devletin bütün imkanlarıyla desteklenen ve aralıksız sürdürülen bir basınçla ezilmeye çalışılıyor. Çünkü bu kadar yoğun bir saldırının ortasında kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan hemen herkes bir biçimiyle direniş dinamikleriyle buluşuyor, sözünü sokağa taşıyor, hakkını arıyor…

İktidar biliyor ki faşist bir rejimi inşa etmek için tüm bu halk güçlerini yenmek zorunda. Hepsi için ayrı ayrı adımlar atıyor elbette. Öbür yandan da toplumu çürütüp faşizmin mayasına uygun hale getirmeye çalışıyor. Şiddetin önü açılıyor, toplumsal düşmanlık destekleniyor, ırkçılık ve milliyetçilik siyasetin tek geçer akçesi haline getiriliyor. İşçilere emekçilere saldırılarda gemi azıya alan iktidar güçleri; depremde enkaz altında bıraktıkları halkı Akbelen’de jandarma şiddetine, Karadeniz’de HES tehdidine maruz bırakıyor. Kürtlere diz çöktürme, yok etme politikası uygulanırken Aleviler asimilasyon politikalarının her türlüsünü yaşıyor. Ülkede kadınlar neredeyse bir toplu kıyımdan geçiriliyor; LGBTİ’ler tüm saldırı toplarının ucuna yerleştiriliyor. Asansörde ölümden bozuk yemeğe, intihardan geleceksizliğe, diplomalı işsizliğe kadar geniş skalada bir seçenek de gençlere sunuluyor! Çocuklar cehennem koşullarının en ağırını yaşamak zorunda kalıyor. Göçmenler, ülkede inşa edilmek istenen emek rejiminin en çıplak örneklerini canlarıyla gösteriyor. Emekliler çalışırken ölüyor, ölmeyenler açlıkla sınanıyor. Engelliler ise her zamanki gibi bir yük olarak görünmekten öteye gidemiyor!

İşte rejimin halka sunduğu, sunabileceği yaşam bu! Ne bir eksik ne bir fazla! Tam bir savaş tam bir yok etme ve sindirme politikası.

İşte partimiz de tüm bu koşulları halkla birlikte soluyor. Halkın içinde halkla birlikte örgütlenip, yaşamanın ve yeni bir yaşamı kurmanın yollarını keşfediyor. Şimdi önümüzde duran görev, omuzlarımızdaki devrimci sorumluluk ile partimizi ve mücadeleyi ileriye taşımak, yapamadıklarımızı yapmak, aşamadıklarımızı aşmaktır. İşçi sınıfına olan borcumuzun gereği budur!

Demokratik Cumhuriyet bu siyasal atmosferin içinden geçip kuracağımız yeni yaşamdır. Aslında biriktirdiğimiz güçle gerçekleştirdiğimiz konferansımız ana şiarı olan Demokratik Cumhuriyet halkın gerçek taleplerinin, güncel dertlerinin en somut çözüm yoludur. Halka dışardan dayatılan yönetim biçimlerinin aksine, halkın kendi kendini yönettiği bir sistemdir. Bu mümkündür. Konferansımızın bileşimi bunun en somut örneği olmuştur.

Konferansımız direnen Asır Plastik işçilerinin, örgütlenen motokuryelerin sözüyle başlamış ve aylardır yaşam savaşı veren Hataylı depremzedelerin şiarıyla bitmiştir.

Konferansımız göstermiştir ki halkın arayışının her bir odağı güçlenmeye, yayılmaya ve yerleşip kök salarak sistemi derinden sarsmaya muktedirdir. Partimiz, işçi sınıfı ve anti-kapitalist alanların ortaklaşmasını örgütleyen bir zengin örgütlenme modelinin aracıdır. Konferansımız tüm bu renkliliğin en canlı örnekleriyle kendini göstermiştir.

Sınıfın en gür seslerinden kadınlara, doğa savunucularından Kürt halkına, Alevilerden gençlere, çocuklardan LGBTİ’lere kadar tüm dinamiklerin sesi, sözü konferansımızda kendine yer bulmuştur. Bütün bu özneler işte, Demokratik Cumhuriyet ve Sosyalizmin kurucu özneleridir!

Partimiz, 21. Yüzyılın devrimci komünist öznesini kurma yolunda ilerliyor. Gerçekleştirdiğimiz konferans, içinden geçtiğimiz sarsıntılar çağının kucağından devrimci olasılığı çekip çıkarma yolundaki iradenin konferansıdır.

Konferansımızda, yeni dönemi omuzlayacak olan Merkez Koordinasyon ve Parti Meclisi üyeleri seçilmiş; ayrıca yeni Parti Meclisi’ne üç ay içerisinde Tüzük Kongresi’nin toplanması görevi verilmiştir. Konferansımızda tartışılıp karara bağlanan dünya ve Türkiye önergelerinin karar maddeleri ayrıca paylaşılacaktır.

Partimiz, arkasına aldığı konferansın gücüyle yaşamın her hücresinde nefes alıp vermeye devam edecek ve halkın örgütü gücünü Demokratik Cumhuriyet ve Sosyalimle buluşturacaktır!

 

Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm!