Çözülen Osmanlı İmparatorluğunun enkazının üzerine leş kargaları gibi çullanan emperyalist güçlerin işgalci saldırılarına karşı Osmanlı coğrafyasındaki farklı toplumsal ve siyasal güçlerin farklı hedeflerle giriştikleri mücadelelerin sonucunda Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Kuruluş sürecinin öncülüğü konusunda yaşanan iç gerilimlerde M.Kemal öncülüğündeki eski Osmanlı subaylarının ve Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinde örgütlenip konferanslarla kendi iradelerini netleştiren Anadolu burjuvazisinin İttifakı rakiplerini eleyerek egemen güç oldu.
Her iki kesimde kendilerinden önce aynı yönelime giren ama maceracı savrulmalarla başarısız olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin etki alanı içinde yetişmişlerdi.
Öncülük mücadelesinde ilk darbe halkçı ve komünist güçlere vuruldu ve tasfiye edildiler.
Kurucu Meclis’te güçlü olarak bulunan komünizan eğilimli Halk İştirakiyyun Partisi, henüz zayıf olan emperyalist işgale karşı direnişi engellemek amacıyla işbirlikçi padişah Vahdettin’in kışkırttığı gerici isyanları ezen ve çoğunlukla yoksul köylülerden oluşan Yeşil Ordu, kendisine verilen sözlere güvenerek Ankara’ya yönelen TKP’de siyasal öncüğü somutlaşan işçi sınıfı ve Ege dağlarında mevzilenen çoğunluğu yoksul köylülerden oluşan direnişçi çetelere kadar uzanan halk güçleri tasfiye edildi.
1920 yaz aylarından itibaren birbirleriyle ortaklaşarak önderliğe aday bir güç alanı yaratma olasılığı ortaya çıkan bu güçlerin farklı entrikalar ve darbelerle tasfiyesi, işçilerin ve köylülerin işgale karşı direnişte bağımsız bir irade olarak varlığının yok edilmesi anlamına geliyordu.
1921 yılı 28 Ocak gününün 29’a bağlanan gecesinde TKP önderleri M.Suphi ve 14 yoldaşının boğularak katledilmesi tasfiye sürecinin zirve noktasıdır. Unutmadık, unutmayacağız! İşçiler, köylüler ve İttifak alanı dışındaki diğer toplumsal güçler, iradesiz bırakılarak Ordu ve Anadolu Burjuvazisi İttifakının sıradan askeri haline indirgenmişti.
Öncülüğü elde eden İttifak alanında ise, henüz zayıf olan Anadolu burjuvazisi yeterli inisiyatif alamazken, ülkede en modern ve gelişmiş eğitimi veren Harp Okullarında üstelik savaşçı olarak yetiştirilen Osmanlı subayları belirleyici oldu.
Sonuçta, Anadolu burjuvazisinin gelişip güçlenmesinin önünü açan Ordu merkezli bir cumhuriyet kuruldu.
29 Ekim bu Cumhuriyet’in resmen ilan edildiği gün!
Yeni Cumhuriyet’in egemenleri, siyasal iradesini ve örgütlerini fiilen tasfiye ettiği halkın üstünde Ordu merkezli, valilik ve kaymakamlıklar başta olmak üzere bütün devlet cihazlarıyla örgütlenen özel bir devlet biçimiyle kendi iktidarını kurdu.
Kuruluş sürecinde ve sonrasında Sovyetler Birliği mali ve askeri destek verdi.
Yeni Cumhuriyet, emperyalist güçlerin Osmanlı topraklarını işgal edip sömürgeleştirme girişimini engelleyen bir savaşın sonrasında kuruldu. M.Kemal’in bir asker ve siyasetçi olarak ustaca öncülüğünü yaptığı kuruluş sürecinde, kapitalizmin gelişmesine uygun bir siyasal sistem inşa edilerek, hem sermayenin hem de işçi sınıfının oluşumu hızlandırıldı ve sınıf savaşının zemini olgunlaştırıldı.
M.Kemal, kuruluş sürecinde sadece “geleceğin” temsilcisi halk güçlerini değil, padişahın ve özellikle de halifelik makamının simgelediği “geçmişi” restore ederek sürdürmek isteyenleri ve İttihat ve Terakki’nin maceracı eğilimlerini yeniden canlandırmak isteyen güçleri de tasfiye etti. Ortaya çıkan M.Kemal önderliği, Osmanlı devletini tasfiye ederken aynı zamanda bütün muhaliflerini de farklı yöntemlerle tasfiye etti ve içinde yetiştiği Osmanlı’nın ruhu olan despotizmi yeni Cumhuriyet’e hakim kıldı.
Cumhuriyetin kuruluşunun ilerici yönü anti-emperyalist olması ve yerel kapitalizmin gelişmesinin önünü açmasıdır. Ancak, her iki olgu da kendilerini sakatlayan zaaflarla birlikte var oldu.
Doğrudan işgal ve açık sömürgeleştirme girişimi engellenen emperyalist güçler, Cumhuriyet’in bütün gücüyle önünü açtığı kapitalizmin gelişmesiyle süreç içinde kapıdan kovulduğu Anadolu’ya bacadan girerek “Yeni Sömürge” statüsünü dayattılar.
Sonuçta, emperyalistler ülkede başlangıçta amaçladıkları gibi açık değil ama yerel sermaye güçleriyle iç içe geçerek, “dışarlak” değil “içerden” çalışan bir egemenlik kurdular Kapitalizmin gelişimi de çift yönlü zaafla yüklüydü. Kapitalizmin gelişiminin “devrimci” dönemi olan “serbest rekabet” yaşanmadan İş Bankası merkezli bankaların odağında olduğu “fideliklerde” yetiştirilen yerel sermaye baştan asalak ve vurguncu olarak yapılandırıldı.
Ancak, sırf kendileri olarak bir egemenlik rejimi kurma gücünde olmadıklarını gören İttifak güçleri, geçmiş dönemin egemeni antika sermaye güçleri tefeci-bezirganları iktidara ortak ettiler. Güçleri yetmiyordu, çünkü ancak tasfiye ederek sürecin dışına ittikleri halkçı ve komünist güçlerle birlikte olsalardı kazanacakları ortak güçle baş edebilecekleri antika sermaye güçlerinin Anadolu’daki kök salmış gücüne karşı zayıftılar.
Cumhuriyet’in kuruluşundaki egemenlik alanında ittifak yapılan antika sermaye güçleri ise, şimdi kendilerinin güncel temsilcisi olan AKP iktidarı eliyle Kemalist Cumhuriyet’i tasfiye edebildiler. Egemenlik alanında başlangıçta “altta” kalmanın biriktirdiği “hınç” şimdi her taraflarında fışkırarak kendisini açık ediyor!
Yeni Cumhuriyet’in laiklik yönelimi de zaafla yüklüydü. İlkin, demokratik bir laiklikte devletin yurttaşlarıyla inancı ne olursa olsun sadece yurttaşlık üzerinden ilişki kurması gerekirken, yeni Cumhuriyet devletin dinini İslam ve hatta mezhebini de Sünni-Hanefilik olarak belirleyerek yola çıktı. Bu durumda laiklik sakat kaldı, halen de sürdüğü gibi başka inançlara özellikle de Alevilere, Şafilere ve gayrimüslümlere süreklileşmiş şiddet politikaları uygulandı.
Üstelik, egemenlik alanı içine ittifak gücü olarak aldığı tefeci-bezirganlar tarih içinde kendi kontrollerine aldıkları tarikatlarla, yüzeyde ve sakatlamış da olsa bir biçimde var olan laikliğin sürekli altını oydular. Günümüzdeki dinbaz iktidar tam da böylesi bir “oyma” sürecinin sonucudur.
Yeni Cumhuriyet etnik kimlik konusunda kendilerinden önceki İttihat ve Terakki iktidarının son döneminin “Türkçü” yöneliminin izinden gidip Cumhuriyet’i etnik kimlikle damgaladı. Bu damga, başta Kürtler olmak üzere bir halklar zenginliği olan Anadolu topraklarını günümüze dek sürüp gelen iç çatışmalara boğdu.
Günümüzün görevi, zaaflarını netçe görmek kaydıyla 1923’de kurulan Kemalist Cumhuriyet’in hakkını teslim edip, yeni bir cumhuriyet kurmaktır!
Yeni cumhuriyet, halkın insanca yaşayabilmesi için gereken ihtiyaçlarının esas alındığı demokratik bir anayasaya dayanmalıdır.
Yeni cumhuriyet, saltanat makamları olan valilik ve kaymakamlık gibi bürokratik aygıtların tasfiye edildiği ve halk oyuyla seçilmiş yerel meclislerin iktidarlaştığı bir zemininde konumlanmalı, halkın halk için halk tarafından idare edildiği bir halk örgütlenmesi olmalıdır.
Yeni cumhuriyet, dolaylı değil başta servet vergisi olmak üzere dolaysız vergileri esas almalıdır. Merkez Bankası şimdi olduğu gibi sözüm ona “bağımsız” görünümü verilerek halkın denetimi dışında kalan sermaye uşağı bürokratlar tarafından değil, halkın ihtiyaçlarını esas alan Demokratik Anayasa’ya uymak zorunda olan halk oyuyla seçilmiş Meclis’in denetiminde olmalıdır.
Yeni cumhuriyet, farklı etnik kimliklere ve inançlara kör olarak sadece anayasal yurttaşlığı esas alan demokratik bir cumhuriyet olmalıdır!
Yeni cumhuriyet, şimdi bütün çirkinlikleriyle kendisini gösteren erkek egemenliğini tasfiye etmeyi hedefleyen bir cumhuriyet olmalıdır! Demokratik Anayasa, erkek egemenliğinin kendisini var ettiği bütün halleri, anayasal suç olarak görmelidir. Erkek egemenliğinin yarattığı toplumsal cinsiyet eşitsizliği görülerek; toplumsal ve siyasal yaşamda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık demokratik bir anayasal hak olarak güvence altına alınmalıdır.
Yeni cumhuriyet, sermayenin talanına açılan doğal varlıkların korunmasını ve tüm canlıların yaşam hakkını her alanda gözetmeyi anayasal güvence altına almayı ve doğa ile toplumun birlikte uyum halinde var olmasının koşullarını yaratmayı hedeflemelidir.