Kürtler Bir Kez Daha Barış Elini Uzattı!

Kürt halkının yoksul Kürtlerden oluşan önderliğiyle neredeyse 50 yıldır sürüp gelen son isyan hareketi, daha önce birkaç kez daha yaptığı gibi, demokratik bir “barış” sürecine doğru yeni bir hamle yaptı.

Son isyan, mücadele sürecinin uygun anlarında hep barış talebinde bulundu; ama teslimiyetçi ve boyun eğen değil, demokratik-halkçı bir barış!

Bu girişimler karşılık bulamayınca sonuçsuz kaldılar; ama o arada, Kürt halkının mücadelesinin halkçı-demokratik yapısı, sürekli daha derinlerine nüfuz ettiği Kürt halkının özneleşmesinin önünü binbir yolla hep açtı. Öncü ve halk bütünleşerek tarihsel bir değer yarattılar.

Kürt yoksullarının feda ruhuyla yürüttüğü son Kürt isyanının günümüzde ulaştığı yer özneleşmiş Kürt halk gerçekliğidir.

Özneleşmiş halkın mayası binlerce yoksul köylü ya da emekçi Kürt gencinin feda ruhu ve muazzam emeğiyle karıldı, kadın özgürlüğüyle taçlandırıldı, halkın kendisini kendi ihtiyaçları için örgütlemesi olan demokratik cumhuriyetçilik ve demokratik laiklikle yapılandırıldı.

Özneleşme sürecinde Kürt halkı aynı zamanda tarihten gelen komünal değerlerini güncelleştirip kendi mayasına kattı. Ek olarak, Kürt halkı özneleşme sürecinde Sunni ve Şafi mezheplerden İslam ve Alevi inancıyla halkçı-demokratik bir zeminde ilişkilenerek kendisini hem özgün tarihsel kökleriyle buluşturup derinleştirdi hem de binbir renkle ve nüansla zenginleştirdi. Bu süreç, özellikle Kürt İslamının halkçı-demokratik bir yapıya doğru evrilmesinin önünü açtı. Etkileşim karşılıklıydı.

Sonuçta, günümüzde, kendi ihtiyaçları doğrultusunda meşru toplumsal ve siyasal mücadeleler yürütebilecek bir Kürt halk gerçekliği oluşmuştur. 50 yılın en büyük kazancı da budur!

İşte, günümüzde PKK lideri sayın Öcalan’ın açıklamasının başlattığı yeni süreçte, geçmiş mücadeleler içinde olgunlaşarak kendisinin varlığına ve ihtiyaçlarına sahip çıkma iradesi kazanıp özneleşen Kürt halkı, özgürleşme yönünde daha da ilerleyebilmek için çok zorlanacağı yeni bir döneme giriyor. Kürt halkı kendi mücadelesiyle kendi geleceğini inşa etme, bu süreçte kendisinin halkçı ve demokratik yapısını daha da derinleştirme hatta iktidarlaşma ihtiyacıyla yüzleşiyor.

Zirveye doğru bir hamle daha! Her seferinde olduğu gibi, önceki dönemden daha zorlu, daha karmaşık ve daha riskli, ama aynı zamanda özgürlüğü önceki dönemlerinden daha fazla kazanacağı, artık geri dönülemeyecek eşikleri aşıp kalıcı tarihsel kazanımlarla donanacağı bir yeni dönem!

***

Bahçeli MHP’nin Meclis grup toplantısında Kürtleri şaşırtan konuşmasıyla Öcalan’ın önünü açarken, Öcalan da Türkleri şaşırtan son açıklamasıyla devletin zorlanan despotik yapısını sürdürebilmek için yaptığı restorasyon yoklamasının önünü açtı. Belli ki, öncesinde bolca tartışılmış ve belli sonuçlara ulaşılmış, hatta ilk adımlarının bile üstünde ayrıntılarıyla çalışılmış bir sürecin içine giriyoruz.

Elbette hiç unutulmaması gerekir, “Osmanlı’da oyun çoktur!” ve “Ana gövde çekiliyor görünümü verirken kendisine doğru çektiği hasmını aynı anda etrafından kuşatıp boğmaya hazırlanma” tarzı bir gerçeklik de geleneğin içindedir. Ve yine elbette, çıplak gözle bakınca bile görülebileceği gibi, devletin faşiştleştirilmesi sürecinin içindeyiz ve ne olacaksa bu sürecin içinde olacak.

Faşizmin devletleşmesi gerçeği içinde başlayan yeni sürece bir uçtan bakarsak; yeni yönelim, Kürt halkının öncülüğündeki bütün demokratik halk güçleri tarafından verilecek mücadeleyle devlet terörüyle halka dayatılan faşistleşme yönelimini çözerek dağıtacak veya geriletecek; ya da tersi uçtan bakarsak, yani faşizm hakim olursa, süreç hızla biçimsizleşecek, içeriğini kaybedip anlamsızlaşacak hatta öncekiler gibi çöpe atılıverecek ve ülke Türklerle Kürtler arasında şimdiye dek olanları aratacak seviyede ve üstelik sadece yerelde değil bütün bölgede yaşanacak bir çatışmalı ortama doğru sürüklenecek!

Elbette, bahsettiğimiz “tuzak” olasılığı dahil olmak üzere, bunlar uç tahminler. Süreç aktıkça yerel, bölgesel ve küresel çok sayıda güç alanının etkileşimiyle kendisini gerçekleştirip yapılandıracak, muhtemelen uç noktalarda değil de ara konumlarda netleşecek.

Peki, hangi uca yakın olacak?

***

Umut halktadır, çözüm gücü halktır!

Sadece Kürtler değil, ülkedeki bütün halk güçleri şimdi ve burada geleceğimizin inşa edildiği çok özel bir tarihsel momentin içinde olduğumuz bilinciyle davranmalıdır.

Açıklamalar sözdür, uçar gider. Açık ve meşru örgütlenmeler, salon toplantıları, mitingler ve sokak eylemleri süreci ete kemiğe kavuşturabilir. Elbette, diplomasi de sürecin önemli bileşeni olacaktır.

Sürecin sekteye uğrama, tıkanma, başarısızlıklar yaşama ihtimali devletin yaklaşımından dolayı göz ardı edilemeyecek düzeyde vardır. Hatta önceki “Ceylanpınar Olayı” benzeri provokasyonların daha şiddetlileri gerçekleştirilebilir. Bunu sadece ülkedeki süreç karşıtları değil, başka ülkelerin istihbarat servisleri de yapabilir.

Söz gelimi, Görüşmeci Heyet tam da Orta Doğu’ya giderken Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanması bu türden bir denemedir, yoklama yapılmıştır. Dolayısıyla, günlere dek yoğunlaşarak zamanı kazanmak gerekiyor. Her hamle olağanüstü hassasiyetle nüanslara dek hesaplanarak yapılmalıdır.

Adil ve onurlu bir barışın öznesi halk güçleridir, devletin kendi yapısı gereği süreci halka fazla bir şey vermeden yüzeysel rötuşlarla geçiştirip geçiştiremeyeceğini halk güçlerinin bu süreçteki tutumu belirleyecektir. Başarısız olunursa hepimiz bunu her yönden büyük acılarla hissedeceğiz, yaşayacağız. Başarılı olmasının garantisi ise binbir toplumsal dinamiği içinde barındıran zenginliğiyle halktır.

Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte dev gibi bir kitleye ulaşan ve toplumdaki bütün farklı kimlikleri kendi bünyesinde ortak ihtiyaçlar doğrultusunda ortaklaştırma kapasitesi olan Türkiye işçi sınıfı, doğa savunucuları, kadın kurtuluş hareketi, Aleviler, barış güçleri, gençler, laikler, demokratlar…vd. Kürt halkının kendisine uzattığı eli sımsıkı tutmalı, sadece Kürt halkına “omuz verip destek olmak” için değil, bizzat kendi geleceğini de inşa ettiği bilinciyle davranmalıdır.

Süreç olağanüstü gerilimlerle zorlanacak, iniş çıkışlar ya da geri düşme ve ileri sıçramalar olacaktır. Ama esas sorun şudur: Süreci belirleyen kararları kim verecek?

Biz diyoruz ki, halk da sözünü söylesin ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda davransın, faşizmin devletleşmesine halkın demokratik bir cumhuriyet yönünde yoğunlaşan özneleşmesini dayatalım!

***

Süreci başlatan iradeleri böyle bir yönelime zorlayan güncel gerçeklik Orta Doğu’da yaşanan olağanüstü alt üstlüktür. Şimdi yaşadığımız sürecin güncel ivmesi tam da buradan, Orta Doğu’da yaşanan kaostan geliyor.

Nasrallah’ın ABD istihbaratı ve silahlarıyla İsrail tarafından öldürülmesi, bölgedeki kaosta kritik bir eşiğin aşılması anlamına geldi. Oluşan yeni durumun şimdi geldiğimiz aşamasında arkasına ABD’nin açık desteğini alan İsrail’in öncülüğünde ve Türkiye, Suudi Arabistan, Körfez Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerin de İsrail’e yedeklendiği bir yönelimle bölge emperyalizm tarafından yeniden yapılandırılıyor.

Yeniden yapılanma, bölgede ABD’nin küresel ihtiyaçlarıyla uyumlu ve İsrail’in güvenliğini kalıcı olarak sağlayacak bir durum yaratmayı hedefliyor. Bölgedeki bütün güçler bu hedefin gerçeklenmesi yönünde hizaya girmeye zorlanıyor.

Esad rejiminin beklenmeyen ani çöküşünün ardından paraşütle Şam’a indirilen HTŞ iktidarının Suriye’yi yönetemeyeceğinin belli olduğu günlerdeyiz.

HTŞ’ye güvenmeyen Dürziler kendi öz yönetimlerini kuracaklarını ama Suriye’den kopma amaçlarının olmadığını ilan ettiler. Arap Aleviler tekfirci çeteler tarafından sokak ortalarında vurularak ya da evlerinden alınıp bilinmeyen yerlerdeki işkence merkezlerine götürülerek boyun eğip kimliksizleşmeye zorlanıyor. Tekfirci saldırıların hangi boyutlara yükseleceği belirsiz. Küçük çaplı askeri saldırılarla kendisini ifade eden girişim düzeyindeki silahlı direnişler ve sokakları aniden dolduruveren halk gösterileriyle kendisini gösteren özgün bir Arap Alevi direnişi oluşuyor. Laik Sunni Araplar da Arap Alevilerle benzer baskılar altındalar. Hıristiyan Araplar hiçbir güvenliğe sahip değiller. İsrail ise, fırsat bulduğu her an Suriye coğrafyasındaki işgal alanını genişletiyor.

HTŞ yönetimi ülkede yaşayan farklı halklara ve inançlara sırt çevirip herkese mezhepçi-Arap kimliğini dayatarak ülkeyi eskisinden daha kanlı olabilecek yeni bir iç savaşa sürüklüyor.

Suriye’de yaşanan kaosun olağanüstü zor koşullarında kendisini inşa eden Rojava yönetimi yeni Suriye’nin inşasında öncü rol oynayabilir.

Suriye’deki kaostan çıkışın anahtarı ülkedeki halklar ve inançlar zenginliğiyle eşit yurttaşlık hakkıyla ilişkilenen Rojava’dadır!

Mazlum Abdi ya da ona itiraz edilecekse İlham Ehmed, Rojava’nın inşasında edinilen tecrübeyi Suriye’nin tümünde kullanabilir.

İşte, böylesi bir olasılık soğukkanlıca değerlendirilirse, sadece Kürt halkı açısından değil Türkiye açısından da önemli bir kazanım olacaktır. Huzurlu, savaşın hasarlarını hızla onarmaya çalışan ve ülkesinden ayrılan yurttaşlarını geri dönüş için ikna eden bir komşu mu, eskisinden beter bir iç savaş içinde çırpınan, milyonlarcasının yeniden göç yollarına düştüğü ve topraklarının gittikçe genişleyen bir kısmı İsrail tarafından işgal edilen bir Suriye mi? Kürtlerin tercihi bellidir. Acaba Türkiye ne yapacak?

Üniter ya da federatif, Suriye halkları hangi biçimi tercih ederse Demokratik Suriye Cumhuriyeti kaostan çıkışın yoludur.

Gün bile kaybetmeden Mazlum Abdi’nin ya da İlham Ehmed’in Suriye’deki durum hakkında görüş ve önerilerini almak üzere devlet tarafından Ankara’ya davet edilmesini öneriyoruz.

***

Türkiye sosyalist hareketi her zaman Kürtlere dost oldu.

Elbette Kürt halkının muazzam boyutlara yerleşen özgürlük mücadelesinin yanında gösterilen dostluk yetersizdir.

Toplumsal ve siyasal süreçlerin ana yasalarından birisi de “eşitsiz gelişim” değil midir? Birçok bileşenden oluşan toplumsal ve siyasal alanın bütün bileşenleri, istisnalar hariç, hiçbir zaman aynı hizada ya da aynı güçte olmuyor.

90’larda sosyalizmin çözülüşünün verdiği hasarı aşmaya çabalayan ve daha da önemlisi kapitalizmin yerleştiği güncel gerçekliğine uyum sağlayıp yeni bir zemine yerleşme sancıları içinde olan sosyalist güçler, başka birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de güç kaybettiler ve henüz yeterli güce sahip değiller. Kürt halkı kabul ederse özrümüz olsun!

Üstelik biliyoruz, sosyalist hareketin kimi unsurlarının Kürtlere bakışı Kürtlere düşmanlık düzeyindedir. Kürt deyince hiç düşünmeden “emperyalizmin uşağı” deyimini yapıştırmanın binbir yolunu keşfedebiliyorlar. Bazıları ise, Kürtlerin özgürlük arayışlarını sonuna dek götürme iradelerini “ülkede demokrasiyi engelleyen ve huzuru bozan” tutumlar olarak görüyor.

Bu güçler, şimdi başlayan yeni barış arayışına da Kürt yoksullarının on yıllardır yaşadığı acıları anlayıp özdeşlik kurarak değil egemen ulus kibriyle yaklaşıyor, daha da kötüsü kendilerini esir alan devletin etki alanındaki “ulusalcı” ve sermayenin etki alanındaki “liberal” bilinçlerinin etkisiyle sürecin zaaflarının üstünde tepinerek, bilinen tutumlarını bir kez daha sergiliyorlar. Einstein’ın söylediği iddia edilen bir söz vardır, “Ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur”; işte, “aynen öyle” deyip geçiyoruz.

Sosyalist hareketin güncel zayıflığını vurgulamıştık. Ancak, herkes de bilir ki, uzun on yıllara dayanan ve nice kahramanlıklarla beslenen bir mücadele geleneğine sahip olan sosyalist hareketin gücü, şimdiki görünen halinden çok daha geniş bir toplumsallığa ve siyasal etki gücüne sahiptir. Ve zaten günümüzde hareket halinde olan toplumsal dinamiklere bakılırsa neredeyse hepsinin sosyalist hareketimizle bir biçimde ilişkili olduğu rahatlıkla görülebilir.

Şimdi ortaya çıkan yeni durum, sosyalist harekete olağanüstü gelişme fırsatları sunuyor. Elbette faşizmin devletleşme sürecinde atılacak her adım yüksek gerilimlerle zorlanacaktır ve zaten her devrimci gelişme ancak zorlukların arasından geçerek gerçekleşmez mi?

Şimdi Kürt halkı ve Türkiyeli bütün halkçı, demokratik ve sosyalist güçlerin ortaklaşarak demokratik bir cumhuriyeti fiilen inşa etme ve halkın kazanımlarının sigortası olacak demokratik bir anayasa doğrultusunda hareket etme cüretini göstermesinin zamanıdır!

Şimdi bütün demokrat, halkçı ve devrimci güçlerin farklı biçimlerde ortaklaşması ve bu ortaklaşmayla hedefe doğru yürüyüşün olmazsa olmaz düzeyde talep ettiği moral ve gücü kazanması zamanıdır!