İşçi Sınıfı

A. İŞÇİ SINIFI VE EMEKÇİ GENÇLİK

Sermayenin tek hedefi var: Karını arttırarak kendisini büyütmek.

O her zaman, her yerde, her durumda hep aynı şeyi ister:

Fazla, daha fazla, çok fazla, çok daha fazla…

Sermaye, hep daha hızlı hareket etmek, onun için de önündeki bütün engellerin kaldırmak istiyor. Hep, “daha büyük” olmak onun için de “daha ileri” hedeflere ulaşmak istiyor.

Onun sabit bir hedefi yok, hedefi, hep daha fazla yayılmak ve daha ileri sıçrayarak daha büyük olmak.

Hareketinin ve büyümesinin ana kaynağı olan sömürüsünü de, doymak bilmez bir iştahla sürekli “daha fazla” yapmak zorunda.

Sermaye, sömürüsünü “daha fazla” yapabileceği toplumsal koşulları sağlayabilmek için kendisinin egemen olduğu bir düzen/kapitalizm ve onun günlük olarak yöneten politik rejimler kuruyor.

Emrine aldığı politik rejim ve onun bütün aletlerini kullanarak sürekli olarak saldırıyor.

O saldırıların önemli bir sonucu da, cehennemi koşullarda çalışmaya ve yaşamaya mahkum ettiği devasa bir genç işçi/işsiz ordusu.

İşçi sınıfı, günümüzde kendi tarihinin en kalabalık nüfusuna ulaşmış durumda.  

İşçi sınıfının yarıdan fazlasını ve en canlı-hareketli bölümünü oluşturan bir can damarı var.

Gençler.

Emeğini satarak yaşamak zorunda olan emekçi gençler. Ve, şimdinin öğrencisi yarının işçisi gençler.

Yoksulluğun, yoğun çalışmanın, güvencesizliğin ve geleceksizliğin yıkıcı gücüyle iç içe yaşayan emekçi gençler.

İşte günümüzün gerçeği:

İşçi sınıfı gençleşiyor; gençlik, işçileşiyor/proleterleşiyor.

Belirsiz bir geleceğin yolcuları…

Gençlik, yarın ne olacağını bilemeyişin/geleceksizliğin yakıcı ateşiyle kavruluyor.

Yaşanan kabustan çıkış var mı? Yok! Peki, umut? O da, yok! Öyle kahredici bir sistem kuruyorlar ki, bütün çıkışları kapatıyor, o sistem içinde kaldığınız sürece hiçbir umuda da yaşam hakkı vermiyorlar. Her şey sermaye için ve her şey sürekli daha fazla çocuk ve genç emeğinin sermaye tarafından en yoğun ve en hızlı biçimde sömürülmesine göre düzenleniyor.

Çocuk yaşlardan itibaren geleceksizlik tehdidiyle yoğrulan, emek piyasasının yoğun basıncına maruz kalan, eğitimli, diplomalı ve vasıflı olsa bile güvencesizliğin ateşiyle yanan emekçi gençler ordusu oluşuyor.

Eğitim de sermayenin çıkarları doğrultusunda organize ediliyor.

Eğitim sistemi, temel bilimlerin öğrenimi emekçilerin çocuklarına adeta yasaklanarak sadece meslek edinmeye daraltılırken, meslek liseleriyle meslek yüksek okulları da emek piyasasına ucuz iş gücü yetiştirme ve iş bulma kurumlarına dönüştürülüyor.

Bitmek bilmeyen ücretsiz staj süreleri, ardından gelen geçici ve güvencesiz iş deneyimleri, kalabalık bir öğrenci- genç nüfusun ortak kaderleri oldu.

AKP’nin 4+4+4 eğitim sistemiyle, çocuk işçi nüfusu katlanarak büyüyor.

Meslek liseleriyle birlikte çıraklık yaşının indirilmesi, gençlerin çalışmasına ilişkin yönetmelikten “18 yaşının altında olan çocuklar ağır işlerde çalıştırılamaz” ifadesinin kaldırılması ve 4+4+4 sistemi, aslında birbiriyle bağlantılı bir sermaye+AKP projesi.

Bütün olarak bakıldığında, ortaokuldan sonra çalışabilmenin, yani çocuk işçiliğin önündeki yasal engeller tümüyle kaldırıldığını açıkça görülüyor.

Sermaye, genç nüfusu doğrudan ve erken yaşta iş gücü piyasasının içine çeken bir vakum gibi hareket ediyor.

Değdiği herkesi çocuk yaştan itibaren işçileştiriyor, ucuz ve niteliksiz iş gücü kaynağı haline dönüştürüyor.

Çocuk emeği sömürüsünün sınırları genişliyor.

Esnekleşmenin ana gücü: Gençler!  

Gençler, kendi emekleriyle ayakta kalabilen üretim alanlarında, gittikçe daha karanlıklaşan bir sömürü batağında konumlanıyor.

Gençler, verimlilik kaynağı ve üretimin ana kaynağı emek piyasasını sürekli yenileyip canlandıran ana güç.

Gençler, sermayenin av alanı olan emek piyasasının can damarı.

Emekçi gençler, “esnek”, yarı-zamanlı ve geçici işlerde, düşük ücretlerle ve en sert koşullarda çalışıyor.

Peki, bu ağır koşulları kabullense bile, iş güvencesi ve düzenli gelir imkanına sahip olabiliyor mu?

Hayır. Genç işçiler, sürekli olarak iş değiştirmek zorunda ve sıkça işsizlik cehenneminde yanmaya sürükleniyor.

Sermaye, daha fazla kar etme güdüsüyle davranıp, iş gücünün maliyetini düşürerek sermaye birikimini artırmak için “taşeron”u keşfetti. Sömüreceği işçinin hiçbir sorumluluğunu üstüne almamak, taşeron kullanarak işçi kiralamanın gerçek sebebi.

Taşeron çalışma emek piyasasında egemen hale getirilirken, sermayenin gözbebeği(!) gençler neredeyse tümüyle taşeron çarkının içine alındı.

Taşeron işçinin, iş güvencesi, ücret ve sosyal hak güvencesi, can güvencesi yok.

Sermaye taşeron üzerinden çalışmayı yaygınlaştırıyor ve böylece bir taşla on-on beş kuşu birden vuruyor.

Güvencesiz ve örgütsüz milyonlarca genç emekçiyi, hiçbir sorumluluk üstlenmeden, daha düşük ücretle ve daha ağır koşullarda çalıştırabiliyor.

Sömürü sınırsızlaştırılıyor!

“Modern zamanın kölelik” koşulları taşeron sistemiyle derinleştiriliyor.

Sermaye emekçinin can güvenliğini fazla maliyetli görüyor. Taşeron üzerinden işçi çalıştırma yoluyla kesebildiği güvenceli çalışma maliyetlerini cebine atıyor. Artık sigorta yok, hastalık izni patronun keyfine kalmış, ücretli izin neredeyse kaldırılıyor.

Gerekli güvenlik önlemleri alınmadığı için, emekçiler meslek hastalıklarına yakalanıyor ve hayatlarını artan oranda kaybediyorlar.

Can güvenliği hiçe sayılıyor, “para gideceğine işçi ölsün” diye düşünen sermaye, iş güvenliğiyle ilgili hiçbir önlem almayarak, emekçileri “yasal yollarla” katlediyor!

Binlerce işçi kardeşimiz “iş kazaları” diye süslenen iş cinayetlerinde katlediliyor!

Sermayenin kanlı elleri genç emekçilerin yarınlarına da el koyuyor.

Burjuvazi gasp biçimlerini zenginleştiriyor.

Taşeron çalıştırma bahane gösterilerek, emekçilere yeni “müjde”ler sunuluyor.

İyi biliyoruz:

Sermayenin her müjdesinde olduğu gibi, elbet bu yenisinde de bir bit yeniği var.

Taşeron işçilerin mağduriyetleri öne sürülerek kıdem tazminatının bir fona devrilmesi öngörülüyor. Neden?  Belli bir vadede bu tazminatın fiilen alınamaz hale getirilmesi planlanıyor.

Kıdem tazminatının kaldırılması, gelecek güvencesinin tümüyle tasfiyesi anlamına geliyor.

Öte yandan, kıdem tazminatı, iş güvencesi sorununun ta kendisi. Emekçilerin can yakıcı meselesi. İşçi çıkarınca kıdem tazminatı ödemeyeceğini bilen patronların, yasa çıkınca eskisinden çok daha kolay işçi çıkaracağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok.  

Sermaye, daha hızlı büyüyebilmek için zaten kırıntı olarak verilen emekçilerin kazanılmış bütün haklarını gasp ediyor. Kıdem tazminatını yok ederek güvencesizliği derinleştiriyor.

Hedef gene aynı; daha fazla kar için, güvencesiz ve sıkça işsizlik cehenneminde yakılarak “eğitilmiş”- boyun eğmeye zorlanmış ucuz emek gücü ordusu yaratmak.

Kıdem tazminatının tasfiyesiyle, esnek ve güvencesiz çalışmanın zemini güçlendiriliyor, taşeron çalışmanın önü açılıp yaygınlaştırılıyor.

Hükümet, sermayedarlara keyfi şekilde çalıştırma ve dilediği zaman da kapının önüne koyma “esnekliği” sunuyor. Patronlara altından bir kırbaç hediye ediyor.

Sürgün, işsizlik, yoksulluk kırbacını parçalamak ise emekçi gençlere düşüyor.

İşte, kapitalizm, genç işçileri, karanlık ve önü sonu görünmez bir bataklığa durmadan sokup çıkartıyor.

İçine itildiği o bataklığa ve sürekli olarak cehennem ateşinde yanmaya isyan etmek, üstüne atılan yoğun sömürü ağlarını parçalamak genç emekçilerin en doğal hakkı değil mi?

Ancak, sermaye ve politik rejimi orada da önlemini alıyor.

Bu kahredici kadere isyan etmesini engellemek için, zehirlerin en adisi ve en alçağı, yozlaşma zehri genç işçilere içiriliyor.

Nasıl?

Emekçi gençliğin yaşadığı yoksul mahallelere/ varoşlara sızılıyor.

Varoşlar sermayenin sistemi için aslında iflah olmaz “çöküntü alanları”, çöplük bölgeler.

Yaşayan yoksullar da “çöp”.

Uyuşturucu, fuhuş, kumar ve çetelerle genç işçilerin yaşam alanlarını kuşatıp, gençliği ve isyan gücünü çürütmek istiyorlar.

İşte sermayenin kurtuluş reçetesi: Öfkelendiğin zaman esrar iç, uyuşup hayaller aleminde gezinirsin! Zengin mi olmak istiyorsun, vücudunu ya da ruhunu satılığa çıkar! Fuhuş yap, esrar sat, kumar oyna!

Etrafınıza bir bakın, hangi uyuşturucu kimi yoksulluktan kurtarmış; fuhuş, çetecilik veya kumarın, emekçileri çürütmenin dışında başka hangi sonucu olmuş?

İşte, sermaye düzeninin emekçilerin acılarına, yoksulluğuna bulduğu çareler bunlar. Böylece, yoksulluğu kalıcılaştırıp, öfkeyi ve isyanı engellemek istiyorlar.

Eh, haksız da sayılmazlar! Onların sisteminde, sermayenin egemenliği altında yapabilecekleri başka bir şey yok!  

Ancak, sermayenin en önemli can kaynağında, en az hakla en yoğun ve en uzun çalıştırıp en çok sömürdüğü genç emekçilerde en büyük öfke ve en güçlü isyan da birikiyor.

Sermaye istediği kadar önlem alsın, istediği kadar devlet şiddetiyle ve işsizlik kabusuyla korkutmaya, yozlaştırarak çürütmeye çalışsın, emekçi gençler fırsat buldukları her durumda büyük öfkeyi açığa çıkartıveriyor.

Evet, ferman sermayeninse, öfke ve isyan da emekçi gençliğin!

Peki, öfke ve isyan yetiyor mu? Hayır!

Örgütlenmek, öfkeyi ve isyanı eğitmek, dağınık güçleri birleştirmek, geçici patlamalardan kalıcı ve sonuç alıcı hareketlerin yapılacağı güçlü ve sağlam bir konuma sıçramak gerekiyor!  

Neden Emekçi Gençlik?

Sermayenin günümüzdeki çıkarlarına göre düzenlenen neo-liberal üretim ve çalışma koşulları, en çok genç işçilere ihtiyaç duyuyor.

Neden?

Her an değişime hazır, hızlı hareket eden, risk alabilen, verimli, dinamik, enerjik olma yeteneğine doğal olarak sahip olan genç işçiler, sermayenin çıkarlarının dayattığı yeni üretim koşullarına en uygun yapıda görülüyor.

Evet, gençlik enerjiktir, dinamiktir, hareketlidir, risk alır, değişime çabuk uyum sağlar.

Ancak, aynı zamanda yaratıcıdır, öfkelidir, isyankardır, gözü karadır.

Sermaye, doyumsuzca kâr peşinde koşan hırsı ve açgözlülüğüyle, emekçi gençliği mutlak ve yoğun sömürü altında, en ilkel koşullarda çalıştırıyor.

Modern kölelik sistemine tabi olmayıp başını kaldıranlarsa, tek bir falsolarında (!)sokağa-işsizlik cehennemine atılıyor. Kapitalizm gençlere işsizlik vaat ediyor, yanında armağan ettiği de belirsiz hayatlar!

Güçlenerek devleşen sermaye, toplumsal hayatın bütün alanlarına sızmayı hedefleyen hareketiyle, sürekli yeni toplumsal alanlar fethediyor ve manevra yeteneğini güçlendirip, hızını arttırıp, yayılım alanını ve sömürü ağını genişletip çeşitlendiriyor.

Toplumsal alanların tüm hücrelerini, damarlarını, gözeneklerini kuşatarak, her şeyi ve herkesi kendine hizmet eder hale dönüştürmeye çalışıyor.

Yaşamın kendisini ele geçirerek, kendi hareketinin nesnesi yapmaya çalışıyor.

O arada, sermayenin fethettiği alan genişledikçe, farklı toplumsal sınıflar da işçileşmeye zorlanıyor.

Sermayedarlar her hamlelerinde emekçilere yeni masallar fısıldıyor.

Kariyer vaatleriyle, sahte umut dünyaları yaratıyorlar.

Ne için? Daha fazla performans ve verim almak için.

“Cehenneme adapte ol, her koşula uyum sağla, hasta ol, öl, ama düzen yine dönsün!”

İşte yeni çalışma düzeni:

Emekçi gençlik, sermayenin sömürüsünün en yoğun biçimde gerçekleşebilmesi için, yıpratan ve öldüren, insanüstü enerji ve dayanıklılık isteyen koşullarda çalıştırılıyor. Hiçbir güvence yok, en az ücret, en uzun ve en yoğun çalışma! Gençler, yaşamak için bu cehenneme girmek zorunda.

Bunlar yetiyor mu? Hayır!

Sermaye, emeği değersizleştiren, emekçiyi geleceksiz bırakan neo-liberal çalışma yaşamı düzenlemeleriyle, geçici işleri geniş kitlelerin zorunlu çalışma alanına dönüştürdü. Gençler, her an işsiz kalma ihtimaliyle tehdit edildikleri “bugün var, yarın yok” işlere koşturuluyor.  

Sermaye her an planlı programlı büyük bir saldırı yürütüyor. Örgütlülüğünü durmadan büyütüyor.

Sermayenin saldırılarının şiddeti kabusa dönüşürken, sömürünün tam da merkezinde duran genç işçilerin öfkesi de birikerek keskinleşiyor. Şiddetli bir çatışmanın tohumları epeydir atılıyor ve günümüzde o çatışmanın ayak sesleri duyuluyor.

Sermayenin elinden emekçinin artı-değerini çekip almak ve hayatlarımızın içine yerleşmiş bir zehirli ur olan bu sömürü ilişkisini ve kurduğu politik ve askeri güce dayalı hegemonyayı parçalamak, sömürünün ve öfkenin göbeğinde duran emekçi gençlerin iradesiyle şekillenecek.

Sermayenin örgütlü gücünü alaşağı edecek ana güç, işçi sınıfın iradesi.

İşçi sınıfı örgütlülüğünün mayasını da emekçi gençlerin hareketi oluşturacak.

Günümüzde işçi nüfusunun çoğunluğunu oluşturan emekçi gençler, sermayenin egemenliğine karşı isyan edecek işçi hareketinin omurgası olabilir.

Egemen sınıfların her düzeyde yürüttüğü örgütlü saldırının püskürtülmesi, ancak sınıfın günümüzün koşullarında kendini yeniden inşasıyla gerçekleşebilir.

Hayatları cehenneme çevrilen genç emekçiler, gençliğin yıkıcı dinamizmi ile mücadeleye atılmaya ve kısa zamanda kendini ve sınıfı militanlaştırmaya ve eylem/hareket içinde sınıfın kendisini yeniden oluşturmaya en uygun karaktere sahipler.

Süreklilik, ısrar ve kararlılık, cesaret ve cüret, emekçi gençliğin mücadelesini sahici bir faaliyete taşıyacaktır.

İktidarın zehir zemberek yalanlarına karınlar tok! “Her şey daha güzel olacak, yarın bambaşka olacak” palavralarına da.

Sermayenin anlattığı masallarda vaat edilen cennetin gerçek yaşamda karşılığı yok!

Ama, gerçek yaşamlarımızda bize her gün yeniden dayatılan cehennemi, işçi sınıfının bilinçli eylemiyle ret etmek gerekiyor.

Kaybedecek vakit yok.

O eylemin öncüleri emekçi gençler olacaktır.

Şimdi kapitalizmin ipliğini pazara çıkarma zamanı!

 B. EMEK PİYASASININ “KADINLAŞMASI”

Esnekleşmenin başka bir dalgası kadınlara uzanıyor.

Emek gücü içinde kadın oranının artışı tartışmasız bir gerçek.

Hizmet sektöründe ve enformel/düzensiz-güvencesiz çalışma koşullarında yoğunlaşan kadın istihdamı sürekli artıyor.

Kapitalizm, ucuz iş gücü gereksinimine bağlı olarak kadınları kitlesel olarak toplumsal üretime çekmiştir. Ama ev dışına, sokağa değil!

Bu süreç emeğin kadınlaşması olarak adlandırılıyor ve kadınların iş yaşamına artan oranda katılımıyla belirginleşiyor.

Kadınlar güvencesiz istihdam alanlarında ucuz ve niteliksiz emek olarak kullanılıyor, evden /uzaktan, yarı zamanlı ve geçici işlerde çalıştırılıyor.

Emek piyasasında kadın nüfusunun artmasına rağmen, dünyada ve özellikle Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımı hala oldukça sınırlı. DİSK-AR verilerine göre, erkek istihdamı % 70’lerde seyrederken, kadın istihdamı %24’lerde kalıyor.

İstihdam alanlarında, mesleklerde ve sektörlerde de cinsiyete dayalı ayrışma söz konusu.

Kadın iş gücü, ucuz ve değersiz görülüyor. Kadına uygun görülen(!) daha aşağı statülü ve düşük ücretli işlerde, çoğunlukla da ev eksenli ve kayıt dışı sektörlerde çalıştırılıyorlar.

Yine DİSK-Ar verilerine göre, kadınların %82’si sosyal güvence kapsamının dışında tutularak iş gücüne katılıyor.

Kadınların çifte mesaisi

Kadınlar, piyasadan aldığı ücretli işini yaparken ücretsiz yaptığı ev işlerini aksatmadan yürütebilmek için, daha kısa saatli, çoğunlukla yarı-zamanlı ve geçici işlerde çalışıyor.

Ve elbette, erkeklerin egemen olduğu bir “aile” mantığına ve “aile sorumluluklarına” uyumlu işlerde çalışıyorlar. Çoğunlukla da ev içi emeğin uzantısı işlerde kullanılıyorlar.

Kadınlar, gün boyu yaptıkları ev içi emeği karşılıksız/ücretsiz gerçekleştirirler.

O iş kadınların “doğal görevi“ olarak yapıldığı için iş olarak görülmez.

Bu görünmeyen emeğin yanına bir de iş alanında erkeğe göre daha düşük ücretlerle ve güvencesiz koşullarda yaptığı ücretli iş eklendiğinde, kadınların omuzlarındaki küfe sayısı alabildiğine artar.

Genç ve kadın olmaları kapitalizm tarafından sömürünün yoğunlaşması fırsatı olarak kullanıldığı için, emekçi genç kadınlar, sömürü düzeninin en dibinde yaşamaya mahkûm ediliyor.

Kadınları erkeklere bağlayarak erkek egemenliğini kalıcılaştıran bir toplumsal sistem olan patriyarka ile kadınların iş gücünü sömüren kapitalizm ilişkisi bir küs bir barışık sevgililer gibidir. Bazen ortaklaşıp, kimi zaman ayrışırlar.

Kapitalizm, kadın emeğine ücretli emek olarak ihtiyaç duyar. Ancak kadının karşılıksız ev içi emeği, ücretli emeği ile çarpıştığı zaman, patriyarka ile kapitalizm kanlı bıçaklı olabilir.

Sermaye üretimi ve çalışma koşullarını kendi ihtiyaçlarına gereğince, yeniden düzenlerken, yepyeni “paket” hamleleriyle kadınlara sürekli tokat atıyor.

“Çalışma yaşamında kadın istihdamını artırmak” iddiasıyla sunulan yeni hamlenin adı : “Kadın İstihdamı ve Doğum Paketi”

Hükümet cenahı, bu yasayla, iş ve aile yaşamlarını uyumlulaştıracak teşvik politikalarıyla bir taşla üç- beş kuş vurma niyetinde.

Hem muhafazakâr aile anlayışa uygun politikalar yaşama geçirilerek, erkeklerin emirlerini bekleyip yerine getiren “kadın” yaratılmaya çalışılırken, hem de sermayenin ihtiyaçlarını karşılayarak, onun emrine amade kadın nüfusu yaratılacak.

Kadınlar sermayenin ihtiyacı olan iş gücünü doğuracak, yetiştirecek, tek başına çocuk ve yaşlı bakım işlerini üstlenecek, evde oturup dışarıda çalışan kocasının taleplerini karşılayacak; öte yandan, sermayenin ucuz emek ihtiyacını da giderecek.

Kadınlar, evden ve uzaktan çalışma biçimleriyle yarı zamanlı istihdam edildikçe, erkeğe bağımlı, güvencesiz ve geleceksiz yaşamlar kadınların kaderi olacak, sosyal güvence yahut emeklilik ise kadınlar için hayal olacak.

Başbakanın üç çocuk fetvası, doğuran kadına maaş yalanlarıyla müjdeleniyor!

Doğum yapan kadınlara yarı zamanlı çalışma izni getirilerek, her çocuk başına doğum izni ve fazla maaş müjdesi veriliyor! 

İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacak olan “müjdelenen” maaşlar ise, yine çalışanların, halkın ceplerinden kesilecek.

Bu yasaların uygulanması, kadınların ve özellikle de evde ve dışarıda en çok çalışan kadın bölüğü olan genç emekçi kadınların yaşamını cehenneme çevirecek.

Cinsiyetler arası uçurumun sınırları genişliyor, keskinleşiyor!

Doğum teşvik yasası ile iktidar, kadınları evlere hapsederken, orta ve uzun vadede çocuk ve genç işçi nüfusu artıracak planlar yapıyor.

Sermayenin algıda seçici şiddeti, erkeği ve kadınıyla bütün işçilere yönelirken, kadınlara daha özel ve daha yoğun baskı ve sömürü biçimlerini yasallaştırıyor. Kadın emekçilere, özellikle de genç kadın emekçilere özgürlüğün bütün kapılarını kapatıyor.

C. İŞÇİ SINIFININ YENİ GERÇEKLİĞİ

                                                                     “Kapitalist zincir, üretildiği yerde kırılır”.

                                                                                                            Rosa Luxemburg

 

Kapitalist toplumlarda, iki temel sınıf var.

Ücretli emek ve sermaye, konumları ve çıkarları birbirine karşıt ve uzlaşmaz iki zıt kutup olarak kapitalist sistemin iki temel sınıfı.

İlki altta ve sömürülen büyük çoğunluğu oluşturuyor; diğeri, üstte ve sömüren egemen azınlık.

Bir tarafta üretim araçlarına sahip ve bu üstünlüğünü kullanıp işçiden kazandığı artı değerle kendini var edip sürekli büyüten sermayedarlar. Diğer tarafta, yaşamak için iş gücünü satmak zorunda olan işçiler/emekçiler.

Sermaye, var olabilmek için birikime ihtiyaç duyar. O birikiminin ana kaynağı emekçinin iş gücünün sömürüsüdür.

Sermaye daha fazla ve daha hızlı büyüyebilmek için sömürüyü arttırmak ister. İş gücünün sahibi olan emekçi ise, kendi üzerindeki sömürüyü azaltarak daha rahat etmek ya da en iyisi o sömürüyü tümüyle kaldırarak özgürleşmek ister.

Bu zıt çıkarlar, sermaye ve işçi sınıfını birbirine karşıt ve düşman sınıflar haline sokar. Bu sebeple, sermayenin egemen olduğu kapitalist sistemde sınıf mücadelesi bin bir biçime bürünerek, kimi zaman zayıflayıp bazen de alevlenerek hep sürer.

İşçi sınıfı, iş gücünü sermayeye satarak geçimini sağlayan toplumsal bir güçtür.

İşçi sınıfı, kapitalizm koşullarında, sermayeyle kurduğu ilişki ve ona karşı verdiği sınıf mücadelesi sürecinde sürekli yeniden oluşur ve o ilişkinin somut- tarihsel akışı içinde farklı biçimlere bürünür.

Sermaye ile kurduğu ilişki toplumsal yaşamın yeniden üretildiği üretim alanında kurulduğu için, işçi sınıfı, toplumsal yaşamın en belirleyici alanında konumlanır.  İşçi sınıfının sermayeyle kurduğu uzlaşmaz bir gerilimi taşıyan ilişkisi ve o ilişkinin tarih boyunca akışı, toplumların kaderini belirlemede özel ağırlık taşır.  

Ayrıca, işçi sınıfı, toplumsal alanın tümüyle, gerek alanın bütünü gerekse onu meydana getiren diğer toplumsal güçlerin hepsiyle de etkileşim içindedir.

Toplumsal alandaki bütün hareketler ve değişimler sınıfı etkiler; işçi sınıfı da, kendi hareketiyle toplumu etkiler. Etkileşim kanalları muazzam bir zenginlik içinde sürekli hareket halindedir.

İşçi sınıfının en yoğun ilişkide olduğu sermayenin her hamlesi elbette işçi sınıfını etkileyecektir. Sınıfın kendi çıkarları doğrultusundaki hareketi de sermayeyi aynı şekilde etkiler.

İki temel sınıfın ilişkisinin tarihsel akışı bu durumu apaçık görünür kılar.

İşçi sınıfının oluşum tarihinde zanaatçılıktan, manifaktüre, modern sanayi işçisine ve şimdi de bilgi-hizmet işçiliğine doğru sürekli yaşanan dönüşümün altındaki belirleyici zemin de, emek ve sermaye arasındaki ilişkinin somut-tarihsel akışı içinde oluşur.

Sermaye, kendi birikimini artırabilmek ve bunun için de sömürüyü yoğunlaştırabilmek için sürekli hamle yapar, üretim koşullarını ve aslında bütün toplumsal yaşamı kendi çıkarlarına göre sürekli yeniden oluşturmaya çalışır.

Aynı sürecin bakışımlı ilerleyen bir diğer kanalında, işçi sınıfı da kendi çıkarları yönünde, sömürüyü azaltacağı ya da yok edeceği hamleler yapar.

Kapitalizmin tarihi, iki temel sınıfın hareketinin merkezinde olduğu ve elbette toplumun diğer güçlerinin de kendi güçleri oranında etkide bulunduğu, birbirini dışlayan ya da destekleyen olağanüstü zengin toplumsal ilişkilerin içinde oluşur.  

O zenginlikte, akışın yönünü belirlemede, son tahlilde iki ana sınıfın ilişkisi ve o ilişkide oluşan güç dengeleri ağırlıklı etkide bulunur, belirler.

İşte, 1970 ve sonrası kapitalizmin tarihinde özel bir tarihsel dönemdir.

Dünya kapitalizmi 1970‘lerde kâr oranlarındaki düşmenin belirlediği bir uzun dalga krizinin içine girdi. Krizi aşabilmek ve kâr oranlarını yeniden yükseltebilmek için aldığı önlemler ve yaptığı hamlelerle özellikle 1980 sonrasında topyekûn/sistemik bir yeniden yapılanma süreci başlatıldı.

Yeni üretim ve emek rejimleri inşa edildi.

Kamu hizmetleri tasfiye edilirken, kamu zenginlikleri de talan edildi. Kapitalist merkezlerde toplanan bazı üretim alanları işçi ücretlerinin düşük olduğu geç kapitalistleşmiş ülkelere kaydırıldı.

Finans piyasaları küreselleştirilip çeşitlendirildi.

Elbette ki, kapitalizmin her hamlesi sermaye birikimini büyütmek ve kâr oranlarını maksimize etmek odaklıdır. O hamleler, sonuçta, sermaye sınıfı için daha fazla kâr, işçi sınıfına daha fazla sömürü olarak geri döner.

Sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesinin ve artan oranda toplumsallaşmasının günümüzdeki aşaması, sermayenin toplumsallaşmasını daha ileri aşamalara sıçrattı ve sermayenin egemenliği toplumun bütününe yaydı.

Öte yandan, aynı sürecin bakışımlı ilerleyen bir diğer kanalında, içinde düştüğü krizden çıkmak için yaptığı hamleler de, kapitalizme özgün biçimler kazandırıyor.

Sonuçta, oluşan somut-tarihsel durum, kapitalist üretimin sürecinde önemli değişiklikler yarattı.

Sermaye, neo-liberal politikalarla yeni bir hamle yapmış, fordist üretim biçimleri yanına başka biçimler eklenmiş ve içinde fordizmin de olduğu yeni bir bütünsel üretim organizasyonuna gidilmiştir.

Bu düzenlemelerin etkisiyle yaşanan dönüşümlere bağlı olarak, toplumsal bir güç olan işçi sınıfının var oluş biçimleri değişiyor.

Sınıfın bileşimi ve yayılımı çeşitlenip güçlendi, sınıf dönüşüyor, farklı biçimlere bürünüyor. 

Dolayısıyla kapitalizmin yeni evresinde ve işçi sınıfının yeni gerçekliğinde, işçi sınıfının siyasetini yürütmek için öncelikli olarak sınıfın farklılaştığını, yeni biçimlere büründüğünü, parçalandığını, zenginleştiğini ve kütlesinin hızla büyüdüğünü görmeliyiz.

Esnekleşme, güvencesizleşme ve kuralsızlaşma politikaları, sınıfın eski birleşik ve toplu konumlanışını dağıttı. Artık, dağılmış ve hatta parçalanmış bir kütle sınıfın içinde ciddi bir ağırlığa sahip.

Öte yandan sermayenin artan oranda ve sürekli yayılımı, toplumun gittikçe artan alanını sermayenin hizmetine alıyor ve eskinin ayrıcalıklı birçok çalışma biçimi ve o alanlarda çalışanlar ayrıcalıklarını kaybederek işçileşiyor.

Kamu emekçilerinden teknik elemanlara, mühendislere, avukatlara ve doktorlara dek birçok çalışan işçileşiyor.

Günümüzde işçi sınıfı, nicel olarak tarihinde görülmemiş dev bir nüfusa ulaştı. Bu havuz giderek genişlemeye devam ediyor.

İşçi sınıfı ulaştığı dev nüfusunun yarıdan fazlasını gençler ve kadınlar oluşturmakta. 

Gelinen noktada; işçi sınıfının yeni gerçekliğini,

– Sınıfın nüfusunun hızla artması

– Sınıfın parçalanması

– Eskinin ayrıcalıklı çalışma biçimlerinin işçileşmesi

– Bilgi-Hizmet işçiliğinin sınıf içinde artan ağırlığı  

– Sınıfın gençleşmesi ve gençliğin işçileşmesi

– Çocuk işçilik

– Emeğin kadınlaşması

– Güvencesizlik

– İşsizlik

noktalarında odaklanarak kavrayabiliriz.

İşçi sınıfı nüfusunda, sanayi sektöründen hizmet sektörüne ve oradan da bilgi-işleme doğru yükselen oranda bir artış var. Eski dönemlerde sanayi işçilerinin çoğunluğunun toplandığı kapitalizmin merkez ülkelerinin çoğunluğunu artık bilgi-hizmet işçileri oluşturuyor.

Kapitalist üretim sistemini farklı biçimlere büründüren uygulamalar, üretim ve emek sürecini parçaladı.

Üretimin parçalanması ve “esnekleşme”, büyük fabrikalarda yoğunlaşan üretim alanlarının farklı biçimlerde dağılmasına, bir ağa dönüşen üretim alanlarının yerel ve küresel düzeyde dağılıp yayılmasına, emeğin de kendi içinde yerel ve küresel düzlemde bölünmesine neden oldu.

Dağılıp parçalanan üretim süreci, sınıf bilincinin ve kolektif davranma yeteneğinin aşınmasına ve aynı zamanda  örgütsüzleşmesine neden oldu.

 D. ESNEKLEŞME VE GÜVENCESİZLEŞME

Türkiye’de güvencesiz çalışma 90’lı yıllarda egemen oldu.

Türkiye emek piyasası, neo-liberal politikaların en yoğun uygulandığı alan olarak çeşitli biçimleriyle karşımıza çıkıyor.

Emek sömürüsü, sermayenin zararlarının telafisi için, istihdam azaltma ve işten çıkarmalarla katmerlendi.

90’ların ortalarına geldiğimizde ise, istihdam alanının genç emekçilerden oluşmaya başladığını ve bu nüfusun yarıdan fazlasının, güvencesiz işlerde istihdam edildiğini gördük.

Emek sömürüsünün giderek derinleşmesi, AKP iktidarıyla yükselen bir ivme kazandı.

AKP, henüz iktidarının ilk yılları olan 2003’lerde 4857 sayılı İş Kanunu’yla, Erdoğan’ın şimdilerde sıkça yinelediği “2023’te Dünya’nın en büyük 10 ekonomisi arasına girme” hedefinin ilk tohumlarını atmıştı.

Öyle ya, emeğin sömürüsü arttırılmazsa o hedefe ulaşılabilir mi?

Bu kanunla, yepyeni esnek ve kuralsız çalışma biçimleriyle tanıştık. Geçici işçilik, kısmi süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma, belirsiz süreli iş sözleşmeleri, telafi çalışmaları vs… yasallaştırıldı.

Sosyal hakların ortadan kaldırılmasıyla güvencesizleştirilen ve sermayenin ihtiyaçları gereğince kolayca eğilip-bükülebilecek niteliklere ve serbestliğe sahip yeni üretim-çalışma koşulları oluşturuldu. Sermayenin emrindeki politik güçler, emeğin üzerinde yeni iktidar biçimleri inşa etti.

Evet, yeni iktidar biçimleri!

Üretim-çalışma koşullarının değişimi, sermaye birikiminin talepleriyle, emek ve sermaye güçlerinin çalışma alanlarında ve aslında bütün toplumsal yaşamdaki ilişkileri ve çatışmalarıyla doğrudan ilişkilidir. O değişimlerin bir dizi toplumsal dönüşümle birlikte düzenlenmesi gerekir, hukuki ve siyasi bir karakter taşırlar.

“Esneklik yeterince esnek değil!”

2008 krizinden sonra daha da yükselen bir ses oldu “esnekleşme”.

Sömürü düzeninin mevcut dev hacmi, esneklik ve güvencesizlik politikalarıyla artırılıp, derinleştirildi.

Esneklik, sermayenin, işçileri istediği zaman, istediği yoğunlukta ve dilediği biçimde istihdam edebilme serbestliğine sahip olduğu çalışma sistemi.

Güvencesizlikse, emeğin toplumsal yeniden üretim alanına içkin, özünde iş güvencesinden ve tüm sosyal haklardan mahrum bırakıldığı çalışma koşullarını ifade ediyor.

Hedef, en yoğun ve en fazla sömürü, çok açık değil mi?

İşçi sınıfı köleleştirilmek isteniyor.

2011 Torba Yasasıyla, 2003 İş Kanunu’nda kabul gören esnek çalışma biçimlerine yenilerini eklemek ve sermayenin ihtiyaçlarını kısıtlayan tüm düzenlemeleri ortadan kaldırmak hedefleniyordu.

Öyle ki, Torba Yasa’nın torbası şiştikçe şişiriliyor ve yasa güvencesizliği taçlandırıyordu.

 Yetmez! Daha Fazla Kar! Daha Derin Sömürü!

Kuralsız ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırmayı hedefleyen sermayenin yeniden örgütlenme süreci “Ulusal İstihdam Strateji”siyle (UİS) programlandı.

Çalışmalarına 2009’da başlanan UİS, ısrarla yeniden gündeme getiriliyor.

UİS bir çalışma düzeni kuracak!

Esnek çalışmanın (esnek zaman/evden-uzaktan çalışma/çağrı üzerine çalışma/geçici iş sözleşmeleri vs.), ucuz ve güvencesiz iş gücü için taşeron çalışmanı her halinin yasal olacağı, kıdem tazminatının belli bir fona devrilerek tasfiye edileceği, emek sömürüsünün ve kâr oranlarının maksimize edileceği, planlı programlı yeni kölelik düzeni!

Güvencenin Tasfiyesi

Sermayenin talep ettiği istihdam biçimi, en çıplak haliyle önümüzde duruyor. Güvencesiz, kuralsız, belirsiz hayatlar!

Çalışma yaşamının “özgürleşmesi” gibi gösterilen bu uygulamalar, gerçekte emekçiler için tam bir kölelik düzenini örgütlüyor.

Güvencesizlik ve esnek çalışma, Türkiye işçi sınıfının kaderi olarak yasallaştırılıyor.

Güvencesizlik ve esnek çalışma, beyaz-mavi yakalı ayrımı gözetmeden emekçilerin tümünün paylaştığı bir ortaklaşma hali oldu.

İşçi sınıfının içine itildiği bataklığın ne kadar derin olduğu ortada; uzayan iş saatleri, artan çalışma yoğunluğu ve temposu, düşük ücretler, hiçbir şekilde gözetilmeyen iş güvenliği, başta sağlık sigortası olmak üzere güvencesiz çalışma, sendikasızlık ve geçim sıkıntısı içinde kaybolup giden milyonlarca yaşam.

E. İŞSİZLİK

İşçi sınıfının iradesi işsizlik ile sınanıyor!

Kapitalizm, her dönem ve koşulda kronik bir işsizlikle iç içe var oluyor. Yapısal işleyişi bu sonucu yaratıyor.

Marx’ın “kapitalist birikim sürecinin kaldıracı – kapitalist üretim biçiminin varlık koşulu” olarak tariflediği işsizlik, tüm dünyada artarak devam ediyor.

Bugün, söz konusu “esnek ve güvencesiz çalışma politikaları”  işsizlik sorununa çözüm olarak sunuluyor. Ve bu politikalar, çalışma yaşamında giderek kalıcılaşıyor.

İşçi sınıfını işsizlik kırbacıyla terbiye ederek, işçi ve işsiz çalışanlar arasında düşmanlık yaratılmaya çalışılıyor.  

İşçiler, giderek büyüyen işsiz nüfusunun yarattığı işsizlik korkusuyla, uzun çalışma saatlerinde, ağır çalışma koşullarında, düşük ücretlerle ve güvencesiz çalışmayı kabulleniyorlar.

Dışarıda bekleyen dev işsiz ordusu, sermayenin en önemli silahı olma niteliğini koruyor.

Bugün, işçi olmanın aynı zamanda işsiz olmak olduğu bir dönemdeyiz.

Bir işten diğerine, her an ve sıkça geçiş yaşanılan, herkesin her işi yaptığı(!), belirsiz, geçici ve parçalanmış üretim koşullarının içindeyiz.

Sermayenin sürekli yükselen oranda toplumsallaşarak, toplumsal yaşamın sürekli daha fazla alanını kendine bağladığını ve bağlı olarak herkesi işçileşmeye ittiğini değerlendirirsek, işçilikle işsizliğin iç içe geçtiği, iş koşularının da sürekli ağırlaştırıldığı içinde yaşadığımız dönem, aslında hepimizin ortak kaderi.  

“Beyaz yakalı” işsizliği büyüyor…

 Üretim sürecindeki yeni uygulamalarla, sınıfın artan niceliği ve parçalanıp farklılaşan biçim ve bileşenleri gün geçtikçe daha görünür oluyor.

Ekonominin “düzenlenir” ve “denetlenir” olmaktan çıkartıldığı yeni koşullarda, işsizlik artık geçici bir durum değil, normalleşiyor. Herkesin uçurumun kenarında olduğu bir yaşama sokulduk.

Beyaz yakalı-mavi yakalı ayrımının silikleştiği, işsizliğin rekor düzeylere ulaştığı şimdilerde, değişen ve katmanlaşan bir sınıf tanımından söz ediyoruz.

İşsizlik girdabının “beyaz yakalı” olarak tariflenen, “ayrıcalıklı” ve statü sahibi olarak görülen kesimlerde de çarpıcı rakamlara ulaştığını görüyoruz.

Erdoğan, 2010’da bir özel üniversitenin açılış töreninde “Evet, diploma var ama dil biliyor mu? Hayır! Bilgisayar kullanıyor mu?  Hayır! Türkiye’nin mesleklerine, küresel meselelere vakıf mı? Hayır! Mezun olduğu bölümle ilgili tecrübe edinmiş mi? Hayır!

Ben, “Her üniversitesi mezunu iş bulacak diye bir şey yok!” dediğimde eleştiriliyorum, böyle bir iş garantisi dünyanın hiçbir yerinde yok!” diyordu kendi sözleriyle. 

Sermaye ve sözcüleri, doğrudan kendi politikalarının sonucu olan işsizlik olgusunu, “mesleksizlik, deneyimsizlik ve iş beğenmeme, aza kanaat etmeme” söylemleriyle meşrulaştırmak istiyor.

İşsizlik, özellikle 70’lerden beri, tüm dünyada artarken, eğitimin ve diplomanın iş bulmada sağladığı avantajlar azalıyor.

İşsizlik, eğitimsizlikten veya vasıfsızlıktan ya da mesleksizlikten kaynaklanmıyor.

Aşağılanarak “işe yaramaz” olarak gösterilen işsiz nüfusun tembelliğinden ve aylaklığından da kaynaklanmıyor.

Sermayenin çıkarlarına uygun yeni politikalarla, hedeflenmiş yeni bir işçi-işsiz yığını ve karakteri yaratılıyor:

Kendini sürekli pazarlayan, hızlı, atak, hırslı, risk alabilen, rekabet ilişkilerini iyi kollayan, eğitimli, çok becerili, ne iş olsa yapacak ve gençleşen, kadınlaşan yeni işçi profili.

İşsizlik şiddeti!

İşsizliğin yarattığı şiddeti, sadece ekonomik olarak okumamalı, ne denli yaşamsal olduğunu görmeliyiz.

Geçim zorluğu yaşamak, borçlanmak ve yoksullaşmanın ötesinde, işsiz bırakılan işçilerin duygu dünyasına vurulan bir darbe var.

İşe yaramazlık, aidiyetsizlik ve yaşamdan ötelenme gerilimlerinin birbirlerinin üstüne binerek harmanlandığı işsizlik deneyimleri, farklı ayrımcılık mekanizmalarını da doğuruyor.

Evet, sermaye kriz içinde bile büyürken, güvencesizleşen ve belirsizleşen hayatlar nüfusu da büyüyor.

Sürekli genişleyen işsiz nüfusu ve kaskatı çözümsüzlük duvarları, biriken öfkeyi derinleştiriyor.

F. İŞÇİ SINIFININ YENİ BÖLÜĞÜ

Haziran direnişi üzerine en başından beri çokça yazıldı çizildi. Sonrasında da çokça kitaba, filme, teze, yazıya konu olacak tarihsel bir kırılma/odak oluştu.

“Direniş sınıfsal mıydı?”, “İşçi sınıfı neredeydi?” soruları da sıkça soruldu/sorulacak. Doğaldır, böylesi önemli bir toplumsal hareket beraberinde yeni tartışmalar da getirir.

Sürecin Sınıfsal Dinamikleri

Eskiden “küçük burjuvazi”, “orta sınıf” diye, kabaca ve kolayca tariflenen geniş bir emekçi kesimin varlığıyla karşılaştık direnişte.

“Orta sınıf “diye adlandırılan toplumsal kesimin, ayaklanmaya yoğun olarak katıldığına şahit olduk.

Nedir bu “Orta sınıf”, ne iş yapar, geçimini nasıl sağlar?

Alıştığı eski ayrıcalıklı/üst pozisyonundan hızla uzaklaşan ve sadece emeğini satarak kazandığı ücretle geçinebildiği bir duruma yerleşen, bu süreçte işçileşen ve özellikle direnişle birlikte çokça tartışılan bu kesim, aslında sınıfın yeni bir bölüğünü oluşturuyor.

Gezi’de sıkça rastladığımız işçi sınıfın yeni bölüğü, konumu itibariyle, yüksek nitelikli, eğitimli, entelektüel ve gelir düzeyi yüksek bir bileşimi kapsıyor.

Yeni işçi bölüğü, çoğunlukla kafa emeğinin yoğun olduğu sektörlerde konumlanıyor ve özellikle küresel düzeyde dev bir ağı kapsayan bilişim ve iletişim sektörlerine yayılmış durumda. Hizmet sektörünün bütünü de, yeni bölüğün oluştuğu toplumsal alan.

Hızla işçileşen, gençleşen, güvencesizleşen ve “beyaz yakalı-mavi yakalı“ ayrımlarını silikleştiren yeni bir sınıf fraksiyonu var karşımızda.

Yeni işçi sınıfı dediğimiz kesim, Gezi direnişinde ilk kez sokakla buluşmuş, birbirine değip/dokunmuş, başka toplumsal güçlerle ilişkilenmiş, sermayenin politik rejimine karşı harekete geçmiş, somut bir sınıf bölüğü olarak varlığını ilerletmiş ve göstermiş oldu.

Sınıfın Değişen Yapısı

Sınıfın yapısı, özellikle 70’li yıllardan beri dünya üzerinde hakim olan neo-liberal politikalarla ve kapitalizmin günümüzdeki konumlanışı itibariyle, oldukça değişmiş durumda.

Türkiye’de AKP hükümetiyle yoğunlaşan neo-liberal uygulamalar, esnekleşme ve güvencesizleştirme politikalarıyla sınıfı parçalayarak, sınıfın kapsamını ve bileşenleri de dönüştürüyor. 

Geçmişte alıştığımız bildiğimiz işçi sınıfı yapısı ve biçimi, kapitalizmin dönüşümüyle birlikte, farklılaşarak yeniden ve yeniden oluşuyor.

Sermayenin sürekli artan toplumu kapsama kapasitesi ya da başka deyişle, bitmeyen dalgalarla sürekli güçlenen metalaşma süreçleri, eskinin ayrıcalıklı toplumsal kesimlerini hızla sermayenin hizmetine sokuyor, işçileştiriyor. Tarihinde görülmemiş küresel bir nüfusa ulaşan işçi sınıfının farklı halleri, farklı kesimleri, farklı biçimleri de oluşuyor.

İşçi sınıfı da, içine sürüklendiği bu yeni konumlanma içinde, kendisini yeniden oluşturuyor. Kapitalizmin güncel yönelimlerine karşı tepkisini gösterebilmek için sokağa çıkarak yaptığı hareketlerde ve hareket içinde kurduğu toplumsal ilişkilerle yeni haliyle kendisini fark ediyor, kuruyor.

Evet, Gezi direnişi, bildiğimiz biçimde fabrikalardan taşan bir sınıf ayaklanması değildi. Çok çeşitli halkçı, demokratik ve anti-kapitalist toplumsal hareketler, kendi özgün yapıları ve hedefleriyle sahnenin önündeydiler.

Ancak, arka planı ve özü/derinliğiyle okuduğumuzda, katılımcıların kimler olduğuna odaklandığımızda, hızla işçileşen sınıfın yeni bölüğünün ve yarının potansiyel işçi sınıfı adaylarının (öğrenci-gençlik) ağırlığını ve onların özgün hareket ve taleplerini görüyoruz.

Sınıfın yapısının ve bağlı olarak hareketinin, mücadele ve örgütlenme biçiminin, farklı ve yeni oluşumlarını kavramalı ve kendimizi yeni duruma alıştırmalıyız. 

Tarihsel bir proleterleşme dalgasının içinde oluşan, sürekli enerji biriktiren ve varlığını giderek güçlendiren sınıfın yeni bileşimi, muazzam bir potansiyel taşıyor.

Asgari geçim sorunlarını çözecek kadar geliri olan bu yeni işçi sınıfı bölüğü; sermayenin, geleneksel üretim alanlarıyla yetinmeyip taşarak ve toplumsal yaşamın günlük akışını bütünüyle kapsayarak ve doğayı yok ederek kendisini yeniden üretmeye çalışmasının yaşamı boğucu-bitirici niteliğine tepki gösteriyor. Gezi’de en çok “Özgürlük” ten söz edilmesi ve şu malum “3-5 ağaç” meselesi, rastlantı olabilir mi?  

Yeni bir durum, yeni bir sınıf bölüğü ve yeni bir sınıfsal tepki biçimi!  

Kapitalizmin yeniden yapılandırıldığı günümüz koşullarında, muktedirlerin asıl büyük korkusu, Gezi hareketiyle sokakla buluşan ve birbirine temas eden sınıfın farklı dinamiklerinin yepyeni zenginliklere saçılan kapasitesi, eskisinden çok daha kapsayıcı olan bütünsel yetenekleri ve bin bir biçime bürünen örgütlü mücadelesi.

Bu doğrultuda Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP),  

Sınıfların “eridiğine”, kapitalizmin temelinde bulunan ana ve uzlaşmaz emek-sermaye çelişkisinin bittiğine dair ideolojik saldırılara tavır alır.  Egemen kapitalist sınıfın tam karşısında somut-tarihsel bir toplumsal güç olarak yer alan işçi sınıfının, kapitalizmin en kalıcı ve en yıkıcı tarihsel toplumsal düşmanı olduğunu saptar.

TÖP, kapitalizmin üretim süreçlerinde yaşanan değişimlerin sonucunda, yaşadığı krizleri aşmak için sömürünün biçimlerine dair hamleler yaptığını, kendini çeşitli dönem ve ölçeklerde re-organize ettiğini görür.

TÖP, işçi sınıfının tarihinde görülmemiş bir nüfusa ulaştığını, işçilerin gençleştiği, gençlerin işçileştiği tespitini yapar, işçi sınıfının yapısının ve bileşiminin farklılaştığına, genişlediğine, çeşitlileştiğine, sermayenin yükselen oranda toplumsallaştığına dikkat çeker ve bu değişimleri dikkate alan bir tutumla işçi sınıfına sistemik bir yönelişi önüne koyar.

TÖP, sınıfın; gençleşmesi- enformelleşme- parçalanması ve sınıfın değişen yapısı tartışmalarının,  kimi siyasetlerde  “işçi sınıfının kolektivizmini kaybettiği, herkesin işçileştiği ve artık sınıf hareketinin gerekliliğini yitirdiği” minvalindeki ideolojik savrulmalarla arasına kalın bir çizgi çeker. Sınıfın özgün durumunun, emek-sermaye çelişkisinden ötürü değişmezliğinin ve uzlaşmazlığının, şimdilerde herkesin işçileştiği değil, işçileşmekte olduğu tespiti üzerinden eylem ve örgütlenme hattını kurar.