Ulaş Varol

Ulaş Varol


Ulaş’ın ardından… - Hasan Durkal
Bakmayın, şimdi taze bir Haziran etkisi tüm gençliği sarsmış, silkelemiş. Politik dalga almış başını gidiyor. Gençlik, belli alıp başını gidecek. Çok da iyi oluyor. Ama, durum hep böyle değildi. Onca yaşanandan sonra nasıl olacaktı? Darbeler, devletlerin yıkımları, tarihin sonu, liberalizmin kesin zaferi! Ve daha neler gördük, neler işittik, neler yaşadık şu kısacık ömrümüzde. 1980 sonrası doğanlar için kullanılan bir tabir vardır: Kayıp Kuşak! Bizim kuşağımızdır o. 90’larda çocuk olanların kuşağı. Olağanüstü halleri, valileri, işkenceci emniyet müdürlerini, Susurluk skandallarını, kayıpları, göz altıları izlerken, öylesine bir yabancılaşma içerisindeydik ki! Gözümüzün önünde bir ulus katlediliyor, sola karşı bitmek bilmeyen operasyonlar yapılıyordu. Ama biz çocukların gözünde bunların bir anlamı yoktu. Yabancıydık. Sadece izleyen bir toplumun en masum üyeleriydik.
Tarihin sonunda çocuk olmak
O kuşak ilkokul kitaplarını abilerinden, ablalarından alırdı. Şimdiki gibi her sene yeniden basılmazdı kitaplar. Beş yıllık, on yıllık ders kitaplarımız vardı. Şanslıysak temiz kullanılmış birini edinirdik. Sosyalizme ilişkin hafızamdaki tek hatıra o kitapların son sayfasındaki dünya haritası. SSCB’nin ne anlama geldiğini o zamanlar bilmezdik. Sonraki yıllarda, kitaplardaki o harflerden oluşan kısaltmanın birden ortadan kalktığını fark etmeyecek kadar yabancılaşmadık elbette ki. O kısaltmanın ortadan kalkmasının bizim için gerçekten ne anlama geldiğini ise yıllar sonra anlayacaktık. Meğerse bütün sosyalist sistem bizim üzerimize yıkılmış, altında kalmışız, ama bundan habersiziz. Teorisyenler yeni dünyanın adını koymuşlardı bile, “Tarihin sonu.” Küreselleşme adı altında küresel kapitalizm, meğerse zihinlerimizdeki soysal algılarda o kadar çok çarpıtma yaratmıştı ki. Bizi o kadar güzel esir almış ki. Pop ve tüketim kültürüyle, yeni ortaya çıkan özel TV kanallarıyla, pembe dizileriyle, hazcılığıyla, pragmatizmiyle, bireyciliğiyle zihnimizdeki boşluğu büyük bir hızla doldurdu. Artık düşünmeyen, tartışmayan, sorgulamayan bireylerdik.
Üniversite yılları ve Ulaş
O kuşağın büyüyüp üniversiteye gittiği yıllarda, sosyalist solda yenilgiyi kabul etmeyenler yeni tartışmalar içerisindeydi. Yeni toplumsal hareketleri kapsama, sosyalizmin bürokratik ve baskıcı yorumuyla hesaplaşma, yeni bir sosyalizm modeli inşa etme. Dünya genelinde, toplumsal muhalefet yeni mecralarda kendisini bir şekilde devam ettirmeye başlamıştı. 1999 Seattle olayları, 2000’li yıllarda savaş karşıtı hareket, yeni toplumsal muhalefetin niteliği hakkında ipuçları veriyordu. İşte o dönemlerde, üniversite yıllarında yolum, Denizli’de ÖGD ile kesişti. ÖGD krizdeki sosyalist hareket ve gençlik hareketi içerisindeki tartışmalar sonucu ortaya çıkmış bir örgüttü. Yeniydi, heyecanlıydı. Dünya genelinde bir kıpırdanma vardı, ancak bu kıpırdanma henüz bize çok uzaktı. Biz ise anlamsız bir hayat süren, daracık bir algısı olan, küçücük bir dünyaya sıkışmış ürkek insanlardık. Zihnimizin bir yerinde örgütün, örgütlenmenin ne kadar tehlikeli bir şey olduğu yer edinmişti. Bugün halen hayret ettiğim bir şekilde örgütlenmeye başlamıştım. İşte böyle bir atmosferde benimle aynı kuşağın temsilcisi Ulaş’la ÖGD çatısı altında tanıştım. Daha ilk karşılaşmada onun farklılık gösterdiğini anlardınız. Ulaş, muhtemelen geldiği ailenin politik duruşu sayesinde, bizden farklılık gösteriyordu. Çok daha politikti. Politika hakkındaki bilgisi, görgüsü bizden hep ilerdeydi.
Ulaş hepimizden farklıydı
Bizler ne devrimciliğe tam adapte olabilmiş, ne de feodal köklerimizle tam hesaplaşabilmiştik. Hakkımızı yemeyim, bu konuda çok da kafa yorduk. Ulaş öyle değildi. O, devrimciliğe bizden beş adım önde başlamıştı. Öylesine güzel yönleri vardı ki, sanki 90’lı yılları cam fanus içerisinde geçirmişti. O gerici, uyuşturucu ve aptallaştırıcı havadan bir şekilde korunmasını bilmişti. Düzenli bir yaşamı vardı. Modern toplumun en önemli niteliğine sahipti: Zamanı kullanmasını bilirdi. Zamanında bitirmediğimiz işin hesabını sorardı. Kaşlarını çatardı. İşte o zaman Ulaş’ın kızdığını anlardınız. Sevecendi. Bizlere karşı sınırsız bir şefkati vardı. Paylaşımcılığı, özverisi, çalışkanlığı, özdisiplini ile sanki geleceğin komünist toplumdan günümüze ışınlanmış gibiydi.
Geleceğin iziydi
O’na kayıp kuşak demek, büyük bir haksızlıktı. O geçmişin değil, geleceğin izlerini taşıyordu. Kapitalizmin insan kişiliği üzerinde yarattığı bunca tahribattan kendisini nasıl koruyabilmişti? Bencillik, bireycilik, kariyerizm bu kadar pompalanırken ve bu durumdan devrimci hareket bu kadar etkilenmişken, nasıl olur da Ulaş bütün bunlarla hesaplaşabilmişti? Böylesi kapitalist bir toplumda bir insanın en ufak bir kariyerist eğiliminin olmaması nasıl açıklanabilir? İşte Ulaş’ın devrimci hareket içerisindeki özel konumu buydu. Onun gibi insanlar halen varsa, umutsuz olmanız için hiçbir sebep yok. Güzel günler gelecek demektir.